Home

su

Firavun’u su yakaladı Hz. Musa’yı Allah!

فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ

“Bunun üzerine Musa’ya ‘asanla denize vur!’ diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı; her bölük koca bir dağ gibi oldu.” (Şu’arâ 63)

 

Firavun ve hükumetiyle yapılan, uzun yıllar süren mücadele ve müzakere bir sonuç vermeyince Rabbimiz, Hz. Musa’ya ve kavmine, Filistin topraklarını (Arz-ı Mevûd) vatan olarak vadetti; hazırlıklarını yapıp bu topraklara doğru gizlice hareket etmeleri emrini verdi. Nihayet beklenen gün geldi, başarılı bir organizasyonla örgütlenen Mısırdaki İsrailliler, başlarında Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as) olduğu halde, Firavun’un topraklarını terk ederek,  yeni vatanlarına ulaşmak üzere, Kızıldeniz istikametine doğru yola çıktılar. Kadın, çocuk, yaşlı yüz binlerce insan… bir ellerinde bohçaları bir ellerinde çocukları, sıcağa soğuğa, geceye gündüze bakmadan, özgürce yaşayabilecekleri toprakların hayaline doğru yürüdüler.

Bu yürüyüşte ben-i İsrail’in iki isteklendirme araçları vardı: Birincisi vadedilen topraklar; ikincisi de Mısır’ı gizlice terk etmelerini kabul etmeyerek, intikam için peşlerine düşeceği kesin olan Firavun korkusu. Firavun korkusu, arkadan iterken, vadedilen topraklar da önden çekip götürüyordu ben-i İsrail’i.

Yüz binler, bu psikoloji içinde yürüyerek, bir gece yarısı Kızıldeniz’in serin kıyılarına vardılar ve yorgun bedenlerini kumların üzerine bırakıp yanık ve yaralı ayaklarını tuzlu sulara bıraktılar.

-Şimdi karşıya nasıl geçeceklerdi?

İleri gelenler ve halktan kimseler, Hz. Musa ile Hz. Harun’un başına toplanmış bu sorunun cevabını istiyorlardı. Sorunun cevabını her iki peygamber de bilmiyordu; fakat bildikleri bir şey vardı ki, o da buralara kadar Allah emri ve izniyle ulaşmışlardı. O, bugüne kadar kendilerini yalnız bırakmamıştı. Ne zaman, ellerinden geleni yapmış, fakat yine de dara düşmüşlerse, Allah onları sıkıntıdan kurtarmıştı.

Hz. Musa, bu yönde telkinlerde bulunup kavmini sakinleştirmeye çalışırken, şafağın ilk ışıkları da Kızıldeniz’in sularında iç rahatlatan parıltılar salmaya başlamıştı.

Derken gözcüler, günlerdir yürekleri sıkıp duran o kötü haberi ulaştırdı:

-Yetiştiler!

Öfkeli Firavun, atlı, savaş arabalı ve yayalardan oluşan gazaplı zalim ordusu, ufka yaydıkları toz duman içinde, aç bir çöl aslanı gibi üzerilerine geliyordu.

Ortalık biranda karışmıştı; Kızıldeniz’in parıltılar saçan sabah güneşini ve yakamozlu denizini izlemeyi bırakan İsrailoğulları, bakışlarını ve ayaklarını sudan korkuyla çekip ayağa fırladılar. Ellerini kaşlarına siper etmiş geldikleri yöne bakıyorlardı. Gördükleri manzara karşısında kolları kanatları kırıldı; gördükleri felaketlerinin habercisiydi. Çoğu İsrailli diz üstü çöküp kaldı.

-Mahvolduk! Her şey bitti!

Hz. Musa ve Hz. Harun, tevekküllü yüzleriyle bakıp manzarayı izliyorlardı. Yanı başındakiler ise, binlerce mızrağını yere indirmiş yaklaşan Mısır süvarilerini bakıp söylendiler.

-Ey Musa sana kandık! İşte yakalandık! Şüphesiz ki biz yandık!

Kurtuluş sebepleri sükût etmişti. Arkalarında kanlarını dökecek zalim bir ordu, önlerinde kendilerini boğacak derin bir deniz! İki sert kaya arasına sıkışmış ben-i İsrail, belli ki Allah’a hâlâ güvenmiyordu.

Hz. Musa, bu yeis anında yüksekçe bir yere çıkıp haykırdı:

-Hayır, korkmayın! Rabbim benimle ve O bana kurtuluş yolunu gösterecek. (Şu’arâ 62)

Hz. Musa, güzel diyordu da bu nasıl olacaktı? İşte, öldürmenin keyfini yaşamak isteyen Mısır ordusu atlarını mahmuzlamıştı bile!

O anda Cebrail (as) indi. Kurtuluş yolunu gösteren İllallahın emrini Hz. Musa’ya tebliğ etti:

-Asanla denize vur! (Şu’arâ 63)

Hz. Musa, emredileni yaptı. Deniz hızlı bir şekilde yarılıyor, yarılan hat boyunca sular iki yana doğru çekilip yükseliyordu. Derken denizin dibi göründü. İşte, Allah bir kere daha Ben-i İsrail’e yardım etmiş ve onlara bu kez de denizin dibinden hem de kuru bir ‘kurtuluş yolu’ açmıştı.

Hz. Musa’nın kavmi kurtuluş yoluna akın etmişti. Baharı görmüş kuzular gibi, bu özel ve güzel yoldan, âdeta kuş kanatları varmışçasına yürüyüp karşı kıyıya bir solukta ulaştılar.

Attıkları savaş naraları ve çıkardıkları toz duman içinde koşturan Firavun ve ordusu Kızıldeniz’deki değişimi fark etmişlerdi.

-Orada ne oluyordu öyle? Musa, yeni bir sihir mi sergiliyordu yoksa!

Atlarını, arabalarını ve bacaklarını iyice açıp koşturdular. Çok geçmeden Firavun ve ordusu bu dehşet verici olduğu kadar, hayranlık veren ve kafa karıştıran özel ve güzel deniz yolunun başında yığılmışlardı. Denizin dibindeki kupkuru yolu gören Firavun’un aklı iyice karışmıştı. Bu, nasıl büyücülük olabilirdi? Kendi kendine mırıldandı.

-Yoksa Musa’nın tebliğ ettiği gibi, âlemlerin gerçekten tek bir Rabbi mi vardı? Bütün bu işleri O mu yapıyordu?

Nasıl olmuşsa olmuştu; işte, deniz ikiye ayrılmış, ortaya kuru bir yol çıkmıştı ve bu yol öylece karşılarında duruyordu. Hz. Musa ve kavmi bu yoldan yürüyüp ellerinden sıvışmaya çalışıyordu.

Mısır ordusu, gözlerine, kendilerini yutmak üzere ağzını açmış bir canavar gibi gözüken deniz yoluna girip girmemekte tereddüt ediyordu. Firavun, aklını karıştıran soruyu bir yana bırakıp haykırdı:

-Takip ediyoruz!

Firavun önde ordusu ardında, atları, arabalarıyla, her iki yanda sudan yapılmış sur duvarları gibi duran deniz yoluna inip koşturdular. Ordunun tamamı yola inince ilahi emir erişti. Firavun ve ordusu, özel ve güzel yolun, Hz. Musa ve kavmi için açıldığını, kendilerinin yüzüne kapatılacağını ise bilemediler. İki yana açılmış deniz bir anda kapanıverdi. Mısır ordusu helâk oldu. Firavun, dalgaların arasında son nefesini verirken şöyle diyordu:

“…Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!…” (Yunus 90)

Sonuç: Âlemler, âlemlerin Rabbine aittir. İlk insanın ortaya çıktığı günden beri yeryüzünde binlerce devlet kuruldu ve yıkıldı. Âlemlerin Rabbi her kavme uyarıcı gönderdi. Uyarıyı dinleyenler kurtuldular, dinlemeyenler ise, her iki âlemde de, inkâr denizlerinde boğulup kaldılar. (M. Talat Uzunyaylalı)

 

 

 

 

1 thoughts on “475. FİKİR / Şu’arâ

Yorum bırakın