Allah’a yaklaşmak için yollar aramalıyız
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey İman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, Ona yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda mücahade edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 35)
Bir söz vardır: “Allah’a ulaşan yollar yaratılmışların nefesleri adedincedir.” Âyette geçen vesîle sözcüğü kulu Allah’a yaklaştıran bu yolları ifade eder. İnsanın hayatı bir yolculuk hikâyesidir. Herkes Allah’ın huzuruna kendi seçimiyle girdiği yolu adımlayıp kendi seçtiği rolü oynayarak varır. Her şey Allah için kullanılırsa Allah’a ulaştıran bir vesile olabilir. Müminlere emredilen kulluk görevleri en güçlü vesilelerdir; yine âyette zikredildiği üzere, Allah yolunda yapılan cihad çok büyük bir vesiledir.
Dünyada olmamızın sebebi Allah’a ulaştıran yola girip o yolda yürümektir. Bu yüzden denilmiştir ki, istikâmet en büyük keramettir. Yerine göre bazen zekat bazen sadaka, bazen içten bir selam bazen samimi bir kelam Allah’a ulaştıran bir vesile olabilir. Görevinin dünyayı Allah için yaşamak olduğunu bilen her insan istikâmet üzeredir ve doğru bir yolda yürümektedir. Daimi bir gönül ferahlığı hayatı Allah için yaşamakla sağlanabilir. Allah için yaşanmayan hayat şeytan için yaşanıyor demektir ve bu, kişinin sefaletinin de kaynağıdır. Peygamberin sünnetine uyarak yaşamak, kâinattaki varlıkları tefekkür; bilginlerin sohbetini dinlemek; manevî mürşitlerin terbiyesinde yol almak, kişiyi Allah’a ulaştıran birer vesiledir.
Allah’ın gösterdiği yolda yürümek, sağa sola sapmamak, Allah’a yakın olmanın en kestirme ve sağlam yoludur. Kişi Allah yolunda yürümeden ne kendine ne de çevresine yararlı biri olamaz. Allah’ın yolunu bize gösteren Kur’ân ve Hz. Muhammed (sav)’in sünnetidir. Allah, insana doğru yolu seçebilmesi için irade vermiştir. Artık gerisi kişiye kalmıştır.
Sonuç: ‘Allah; bahâ değil, bahâne tanrısıdır’, diye de bir söz vardır: Bu söz bize amele değil Allah’a güvenmeyi öğretir. Amel, tabiî ki zorunludur; fakat ihlasla yaşanan hayatın amellere gerçek değerini kazandırdığı unutulmamalıdır. Ameller birer sebep birer bahane hükmündedir. Hakk’ın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma, sırf Allah rızası için, yani Allah bunu böyle istediği için yapılmalıdır. Malına mülküne, makamına mevkiine, hayrına ameline güvenen, mağrur ve mütekebbir insanları Allah sevmez. Hatırdan çıkarmamalı ki, ibadetler, cennetin bahâsı değildir, ancak birer bahânesidir. Yoksa Allah’ın, varlığa her an verdiği nimetler karşısında varlığın yaptığı kulluğun hükmü denizde bir damla bile değildir.