Hak dinin karşısındaki üç şer kuvvet!..
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ ﴿٢٣﴾ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ ﴿٢٤﴾
“Ant olsun ki biz Musa’yı mucizelerimiz ve apaçık hüccetle, Firavun, Haman ve Karun’a gönderdik. Onlar: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır! dediler.” (Mü’min 23–24)
Firavun Mısır ülkesinin kralıdır. Haman, Mısır’da mühendislik, mimarlık ve dönemsel tekniğin temsilcisiyken, Karun da, Mısır krallığının malîye bakanı, Firavunun hazinedarı ve ruhban sınıfının temsilcisidir.
Bir ülke insanının inancı tekse o inanç sahiplerinin politik ve ruhani dili diğerlerini de temsil ediyor demektir. Bunun gibi, Firavun, Haman ve Karun üç ayrı kimse olmalarına karşın Hazreti Musa’ya karşı tek kişiydiler. Tabii üçlünün etki alanında bulunan halk yığınları da başlarındaki bu adamların ürettiği politikaları doğru olarak kabul ediyor, Hak karşısında yerlerini düşman kesimle birlik olarak ortaya koyuyorlardı.
Kuran’da Rabbimizin ‘Firavun, Haman ve Karun’u birlikte anması ve Hz. Musa’nın, Mısır krallığının bu üç güç odağına gönderilmiş olduğunu ifade buyurması göstermektedir ki, tarihsel olarak da, her peygamber benzer bir siyasi, ekonomik, dinî sosyal yapıyla muhatap olmuştur. Bu güç odakları oluşmuş her krallığın / devletin / hükümetin temeli ve temsilcisi durumundadır. Üç ayaktan biri eksik olsa yahut ayaklar birbirine muhalefet etse iç kargaşa ve çöküş o toplum için kaçınılmaz son olacaktır.
İşte Hakk’ın sesi olan Hz. Musa’ya ve Hz. Musa ile gönderilen Tevrat’a muhalefeti krallığın bu üç erki birlikte planlamış ve uygulamıştır. İlahî öğretiyi gölgelemek, itibarsızlaştırmak gayretiyle gerek Hz. Musa’ya, gerekse Tevrat ayetlerine karşı sürekli ötekileştirici ve şiddete dayalı bir baskı dili kullanmışlardır.
Surenin devam eden 25.nci ayetinde, “Mûsâ onlara tarafımızdan gerçeği getirince, ‘Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın,’ dediler. Fakat kâfirlerin tuzağı hep boşa çıkmıştır” ifadesinden anlıyoruz ki, bu üçlü yapı (Firavun-Haman-Karun) ürettikleri ortak akılla, imanın sesini kısmak ve yok etmek için cinayet işlemek dâhil her yola başvurmuşlardır.
Bu tarihsel durum, -Hakka (Kuran’a) karşı fikirle ve şiddet kullanarak gösterilen muhalefet-, kıyamete kadar geçerli bir yöntem olarak devam edecek gözükmektedir. Dün, Haçlı Seferleriyle Firavun yöntemini izleyenler, asırlarca uğraşıp sonunda, dünya Müslümanlarının hamisi, Osmanlı İslam Devleti’ni dağıtıp İslam Hilafetini kaldırdılar. Müslümanları öz topraklarında kurdukları kukla yönetimler altında köleleştirip Firavun döneminin mustazaf (ezilen, küçük görülen) Yahudileri gibi yönetmeye başladılar. Günümüzde, Fransa’dan Çin’e, Amerika’dan Hindistan’a, İsrail’den Hollanda’ya kadar, her yanda, Müslümanlara karşı, Firavun ve ortaklarının metodu kullanılıyor. Hak din mensubu Müslümanlar, kendilerini Kuran’la yeniden inşa etmelerine izin verilmeyerek, köle psikolojisiyle yaşamaya mahkûm bırakılıyor.
Sonuç: Ahir zamanın içindeyiz. Bu insafsız kuşatma altında yapılacak en önemli mücadele her halde her Müslümanın kişisel hayatını biran önce Kuran ve Sünnete göre düzenlemek olmalıdır. Çünkü Müslümanlar, öncelikle dünyayı küfürden kurtarmakla sorumlu değiller, ama kendilerini kurtarmakla sorumlular.
M. Talât Uzunyaylalı