YAĞMUR TANESİ
Gökten inerken
Yanındaki kardeşlerinden
Kendini fark etti ‘yağmur tanesi’
Sağındaki solundaki de babası anası
Ooo ne de çoktu, hepsi hısım akrabası
Semaya ne zaman çıktığını bilemedi
Fakat dünyaya inişi muhteşemdi
Harika bir manzara…
Fakat o kadar çoktu ki kardeşleri
Ezilecekti az daha
Derken kendini buldu ırmak yatağında
Bireyken keşfetti ‘toplumsallığı’
Nice taşlardan sekip suya karıştı
Hisseti kitlede bireyselliği
Bireyselliğin tadını…
Dere tepe düz gitti, güz de bitti!
Anladı, her yolculuğun sonu var
Yaşamakta güzeldi hani, tükense de azar azar
Şaştığı şu idi ki: Suyun içinde damla!
Nasıl hâlâ ben kalabildi?
İnişi ve yokuşu öğrenince damla
Dolunca kabarcıktan yüreği gamla
Ben olmak istemedi artık. Ölmek neydi peki?
İşte o an, o denize, deniz ona doldu.
Kabarcığı ve rengi soldu, her yan deniz oldu.
VARLIĞIN HAKÎKATİ
Yıllarca seyyah olup âlemi gezdi
Varlığı anlamaktı derdi
Sezmedi değil bir şeyler de sezdi
Lakin her fani gibi bir gün o da döşeği serdi
Derler ya! Çıkmaz canda umut var
Dedi, Tanrım!
Yaşlı bedenim için beklemiyorum kâr
Biliyorsun ne çok sualim var
Kimsede olmadı yar
Göklerin abidliği
Bilemedi hayal mi yoksa rüya
Boşlukta bir seyyare idi güya
Kulağına takıldı bir ses
Gökteydi ve güneş veriyordu ders
Gezegenler dünya toplanmıştı bir araya
Derslik de benziyordu yıldızlı bir semaya
‘Ey vefalı dostlar!’ dedi güneş
Yoktu âlemde ona bir eş
‘Varlık nedir?’ bir cevap verin
Âdemin müşkülünü giderin
Dünya dedi:
‘Varlık, Tanrı’nın kelâmı
Şu mübarek insana bir selâmı.
Bakmaz mı insan bize, biz olduk abîd
Elif, Be, Te… gibi manamız sabit
Her ne işimiz var o taat
Evvelimiz ve ahirimiz saadet
Her birimiz Hakk’ın kelâmı
Kimse bilmedi ne yazdı Tanrı kalemi!
İlmin dışta vücut adını alması
Âdem nida etti ki geçmek olmaz bu faslı!
Yokluk mu hiçlik mi nedir varlığın aslı?
Güneş tebessümle âdeme baktı
Âdemin içine bir ışık aktı
Varlıktan öncesi varlıktır yine
Anlamak istersen nazar kıl ilmine
Tanrı ilminde sîret idin giydirdi sûret
Cümle mahlûkât sen gibi kelâm-ı kudret
Nefsine bak ki ‘Kalbin’ gaybın oldu
Şuhudunla bir âlem kuruldu!
Güneş dünyanın imarını gösterdi
‘Her ne ki var âdem yaptı’ dedi.
İlmini irade ve kudretle dünya kıldı
İnsan ki kendini bildi Tanrıyı bildi!
Âdemin ikrarı
Âdem yorgun gözlerini açtı
Gördüğü rüyaya şaştı
Dedi: Güneş bugün ne güzel ışık saçtı.
İnsansın madem
Korkma ey âdem!
Değişir ismin vasfın
Bâkidir hakîkatin.
- Talat Uzunyaylalı
Naat
YA MUHAMMED!
Bir gözenin suyuydu senin bize sunduğun
Bir tandır ekmeğiydi soframıza koyduğun
Taze bahar gülüydü gonca misal ümmetin
Âlemin bülbülüydü ihlaslı müminlerin
Olduk kuru bir bakır inandık her yalana
İman evi tam takır uğradık bin talâna
Noldu ki olduk ağyar kim bula bizde mana
İflas ettik kâr sandık, güya ümmetiz sana
Kul kula oldu köle izzeti verdik sele
Kurudu ruh kökümüz döndük garip bir çöle
Hak emrin yerde durur insanda hâlâ gurur
Ölmüş gönülde hem nur vehmeder bir de sürur
Cehl ile doldu âlem işimiz oldu isyan
Bahanemidir nisyan vallahi sonu hüsran
Kıldık ömrü heba çekeriz nice cefa
Kıl Muhammed’e vefa elbet bulursun sefa
Habibin kıldı Huda olma sen ondan cüda
Gezip durma beyhude Muhammed’e ol feda
Ara bul rızayı Hak Muhammed aynadır bak
Çerağ-ı Ahmed’i yak koyma gönülde nifak
Nur-u Muhammed’dir dü-âlemi pür nur eder
Muhammed’e ermeyen zulmet-i küfre gider
Tal’at aciz bir geda kırık kalpli bir seda
Yâre oldu mübtelâ canı Resule feda
- Talât Uzunyaylalı
Zaman
Zaman sadece bir an
Aynada gözüken yüz
Değişken biteviye sonsuz
Gece ve başlayan gündüz
Batanın ardı sıra doğan
Zaman sadece bir an
Zaman sadece bir an
Ağaran şafak ufku
Mavi ışıkla dolan deniz
Uzayan ikindi gölgesi
İstiridyelerle oynayan kız
Zaman sadece bir an
Zaman sadece bir an
Bir cephe askerinin
Göğsünde kanayan
Anne memesindeki ırmak
Saçakta ürkek güvercin
Zaman sadece bir an
Zaman sadece bir an
Bakan gören ve görünen
Duvardaki çerçeve
Mahmur şaşkın âdem gözü
Ezan sesi, sükût ve yankı
Zaman sadece bir an
(14 Mayıs, 2007)
Rahman
Postacımdır rüzgâr
Taşır odama baharlar
Bulutlar peşimden koşturur
Irmaklarım gökten akar
Yerde çağlar musikim
Tezgâh açar ağaçlar
Meyvelerim bedava
Yer içerim gölgede
Koyun, kuzu çalışır
Tas tas taşınır sütüm
Gölgeleri sürer atım
Yaklaşır uzaklarım
Bal yapar arılarım
Tatlanır ağzım dilim
Gül demeti sunar bahçem
Ben gülünce güler güneş
Selâm çakar göğümden
Ne yana baksam iltifat
Buyur, buyur sedası
Yorulunca başlar gecem
Yıldızlarımı sayarım
Kapar göz kapaklarımı Melek
Kıyı boyunca yürürüm
Köpükleriyle yıkar ayaklarımı
Peşimi bırakmaz denizlerim
Seslenir ardım sıra:
“Taze balıklarım var Efendim!”
Koşar ardım sıra martılar
Şarkılarını söyler kumrular
Her günüm böyle geçer
Benim için kurulur gün
Benim için açılır sofra
Ne varsa gözüken
Bu zaman aynasında
Yıldızlar, ay ve güneş
Hepsi de tanır beni
Bana bakar, bana koşar
“Ben olmak için” varlık
Değer kazanır her biri
Benden alır kıymetini
O’nun manasıyım ben
Göz bebeğimden bakar Rahman
Gizim aşikâr olur
(20 Nisan 2008)
BAHTI KARA
Tabiata bakan gözler
Okur onda nice sözler
Ayla yıldız bunca söyler
Duymayanın bahtı kara
Ara insanoğlu ara
Sapma sakın sağa sola
İstikamet lazım kula
Yolsuzların bahtı kara
Güller açar gonca gonca
Öbek öbek nimet şunca
İbadet edelim kulca
Namazsızın bahtı kara
Gelen gider dünya fani
Gönülde kalır hayali
Eşin aşın kaşın hani
Gafillerin bahtı kara
Dertlerimi yazdın kara
Tabip gerek yaram sara
Baht odur ki tahta vara
Varmayanın bahtı kara
Temizle nefs aynasını
Ekşitme gül suratını
Mevla verir muradını
Muratsızın bahtı kara
Talat ömür bir gün biter
Varın yoğun elbet gider
Allah bilen gayri nider
Uyuyanın bahtı kara
KADER
Kâtipsiz bir kitap olmaz
Kâtip Allah, âlem kitap
Yakan yoksa ışık yanmaz
Başka söze kalbim kanmaz
Dal kalır mı acep gülsüz
Ebkem olur dilsiz hitap
Dizen yoksa düzen olmaz
Başka söze kalbim kanmaz
Yüce dağlar olur dümdüz
Gücün varsa sen bir dağ yap
Halik yapmış gece gündüz
Başka söze kalbim kanmaz
Gözün görür kalbin görmez
Körlüğü at, Rabbi’ne tap
Gafil gezen Hakk’ı bulmaz
Başka söze kalbim kanmaz
Olur mu hayat hayatsız
Hay’dan çıkıp Hu’ya gidip
Yok bir nesne kim sahipsiz
Başka söze kalbim kanmaz
Talat olma sen edepsiz
Taç imiş ezelden edep
Ölmez insan bir sebepsiz
Başka söze kalbim kanmaz
GELMEZLER
Selam nedir, kelam nedir, bilmezler
Mendil alıp akan yaşın silmezler
Büyük nedir, küçük nedir, tınmazlar
Adam diye madam diye gezen çok
Bayram olur, seyran olur, gelmezler
Tabip olup el yarasın sarmazlar
Ölüm olsa toprağını kazmazlar
Adam diye madam diye gezen çok
Yüze bakıp güneş gibi gülmezler
Yağmur olup bahçe bağa yağmazlar
Duyar duymaz, görür görmez, sevmezler
Adam diye madam diye gezen çok
Talat şaşar, yaşar yaşar, doymazlar
Gelen gider, kimse kalmaz, görmezler
Sabah akşam davul çalsan, duymazlar
Adam diye madam diye gezen çok
A KIZIM!
Kalem alır kaşın gözün yazarsın
Sırma saçın ince ince tararsın
Kime öyle alttan alta bakarsın
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
Kendini kendine ilâh yaparsın
Kemalin yok, cemaline taparsın
Siret suret olur sen de şaşarsın
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
Bahar baki kalmaz kışa göçersin
Anadan babadan yardan geçersin
Ne ekersen deste deste biçersin
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
Nisan çayı gibi durmaz çağlarsın
Hep gülecen sanma nice ağlarsın
Al yeşil çekilir kara bağlarsın
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
Âleme ta’n eder gafil gezersin
Talat niçin söyler gülü üzersin
Yaklaşan guruba bakıp sezersin
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
NE RENKTEDİR?
Allah yarim, hiç gam yemem
Dertler var ki ele demem
Hâlik’ten gayrısın bilmem
Gör ki aslın ne renktedir
Yaşamak zehirli baldır
Saydıkların ham hayaldir
Hele şu perdeyi kaldır
Gör ki aslın ne renktedir
Bir ile başladı hayat
Bir’den gelir cümle nimet
Söylediğim sözü fehmet
Gör ki aslın ne renktedir
Sevdiğin şeydedir Allah
Sıfat, isim, O’nun billâh
Cümlenin zikri illallah
Gör ki aslın ne renktedir
Talat bulur seni nerde?
İsim, sıfat oldu perde
Ya Rab! Hidayet bu derde
Gör ki aslın ne renktedir
HAYAL DÜNYASI
Hayal dünyasına dalıp
Çok gemiler yüzdürürsün
Gün olur limana gelip
Elalemi güldürürsün
Gezersin çok seyyah olup
Kıratını koşturursun
Ferhat misal dağlar delip
Elalemi güldürürsün
Haller gördüm şöyle garip
Hikâyeler uydurursun
Hakikat önünden kaçıp
Elalemi güldürürsün
Şiir, gazel, türkü diyip
Takvimleri eritirsin
Aşını ellerde yiyip
Elalemi güldürürsün
Budur dersin canım şarap
Canı candan bezdirirsin
Dosta gelir halin harap
Elalemi güldürürsün
Talat, yar ola derde tabip
Boş dert ile övünürsün
Dostumdur dersin ol, Habip
Elalemi güldürürsün
GÖZ ALAN NAKIŞ
Yapraklı, çiçekli meyveli bahçen
Elmalı, armutlu, sırmalı bohçan
Altınlı, elmaslı, incili akçen
Kâinat ebruli göz alan nakış
Güneşin, yıldızın, bunca bir emek
Kuluna hediyen bu nasıl sevmek
Nergisin, süsenin, gülün, ne demek?
Kâinat ebruli göz alan nakış
Heybetin, kudretin, hikmetin, Zahir
Rahmetin, şefkatin, ikramın, bahir
Celâlin, Cemalin, görülür, Ahir
Kâinat ebruli göz alan nakış
Halik’tan mahlûka sırlı bir bakış
Ezelden ebede sürer bu akış
Narından Nuruna bu kutlu varış
Kâinat ebruli göz alan nakış
Dağların, bağların, Zatına delil
Haşmetin, izzetin, gösterir, Celil
Talat’ın mabudu sensin, Ey Vekil
Kâinat ebruli göz alan nakış
ŞARKI
Senin bana vefan yok mu, neylersin
Gurbet ilde neden gönül eylersin
Bugün diye yarın diye söylersin
Günler geçer aylar geçer gelmezsin
Bahar olur, dağlar, bağlar, yeşerir
Kuru dalda çiçek böcek göverir
Mevsim geçer, ömür kışa özenir
Günler geçer aylar geçer gelmezsin
YAZIK OLSUN
Gözü yaşla dolmayan
Yaprak gibi solmayan
Ahı vahı olmayan
Mümine yazık olsun
Bir mum gibi yanmayan
Arayıp da bulmayan
Allah deyip kanmayan
Mümine yazık olsun
Varın yoğa salmayan
Aşk gölüne dalmayan
Viran gönlü almayan
Mümine yazık olsun
Nefsin tersin yapmayan
Köpek sayıp kapmayan
Küfür yoldan sapmayan
Mümine yazık olsun
Talat Hakka bakmayan
İman nurun yakmayan
Bir su olup akmayan
Mümine yazık olsun
ŞARKI
Yaprak düşer, kuşlar göçer, nafile
bakar mahzun, dönmez yoldan kafile.
Bulut misal, yürür hayat, saf ile
gelip geçer, dönmez yoldan kafile.
Hayat keman, nağme keder, laf ile
çalar garip, dönmez yoldan kafile.
Neler söyler, şaşar taşar, gaf ile
hüzne dalar, dönmez yoldan kafile.
SEVGİLİ PEYGAMBERİM
Âlemlere rahmetsin
Sevgili Peygamberim
Ahmetsin Muhammedsin
Sevgili Peygamberim
Allah’ın sevdiğisin
Sevgili Peygamberim
Varlığa müsebbipsin
Sevgili Peygamberim
Ümmetin baş tacısın
Sevgili Peygamberim
Du âlem sultanısın
Sevgili Peygamberim
Dört kitaba manasın
Sevgili Peygamberim
İns ü Cin’e rehbersin
Sevgili Peygamberim
Cebrail’e yoldaşsın
Sevgili Peygamberim
Meleklere kardeşsin
Sevgili Peygamberim
Güneşsin, semadasın
Sevgili Peygamberim
Talat’ın ışığısın
Sevgili Peygamberim
DERDİ NENEM!
Gündüz Allah’tan kork da, torun!
Geceleri rahat uyu derdi, nenem
Kimini uyku mahveder âlemde
Kimini uykusuzluk, balam!
Bilirim, ben bilirim derdi, nenem;
Niceleri var, gündüz ezmez karınca
Gece sarhoş gezer, şişeyi yâr sanınca
Cellat olur, hanesine varınca…
Hayat dikenli bir tarla, torun!
Önen baksan dikenler olmaz sorun
Derdi nenem, sevinme yokla, varla
Adamı kurtaracak bir şey varsa
O da takva, o da takva, o da takva!
Kulluğun yok, bari şerrin olmasın
Derdi nenem, şer defterin dolmasın!
Doğru git de kazaya kadere inan
Derdi nenem, aptaldır, boş söz ile avunan
Balam! Ne nefsine güven ne dünyaya
Derdi nenem, dalma uzun hülyaya
Allah yarattı seni kulu olasın
Dünyadan maksadı da cennetini bulasın
İbadetler zamanlıdır, torun!
Derdi nenem, nefse bundan zor gelir
Fakat kötülük öyle değil;
Nefsin ister yaparsın, balam!
Yaptıkça da mikropları kaparsın!
Ah torun! Yaratmadı Allah,
Derdi nenem; seni kurtlar aparsın!
Böyle neydersin!.. Böyle neydersin!..
SARIL FARZLARA
Nafilenin olsa da pek şöhreti
İbadetin yok yılbaşı bileti!
Çok sıkılır canlar kalır zilleti
Farzlara sarıl da deme el aman!
İster darlık olsun isterse bolluk
Görevin iyilik Allah’a kulluk
Farz ibadet yeter yolcuysan yolluk
Farzlara sarıl da deme el aman!
Farzların sevgisi varsa yürekte
Hakkın rızasına erdin elbette
Yoksa geldin ağaç gittin kereste
Farzlara sarıl da deme el aman!
İbadetsiz kulsan kapanmaz yaran
Allah ne emretti yapmaya davran
İsyansız gün bayram bakisi buhran
Farzlara sarıl da deme el aman!
Ey Talât! yakındır kurulur divan
Kopsun da gör hele mahşerde figan
Farzdan geçenler cennete revan
Farzlara sarıl da deme el aman!
HUZUR
Emniyet güven gidince
Kalır mı hayatın tadı?
Yaz gidip de kış gelince
Dilde kalır eski yâdı!
İyilik huzur meyvesi
Emniyettir hem bahçesi
Cepte varsa bir akçesi
Dilden gider eski yâdı!
Zulme nesne oldu cüzdan
Arama zalimde vicdan
Dönen var mı Hakka candan
Dilde kalır eski yâdı!
Adil olan netsin asker
Anlamaz bu sırrı ekser
Adalet ki zulmü keser
Dilden gider eski yâdı!
Talât şu korku endişe
Çare yok mudur gidişe
Huzur yazmışlar afişe
Dilde kalır eski yâdı!
HADDİNİ BİL!
Bahar yaz gibidir geçer şu devran
Eylen hele hâlin eyle bir seyran
Gafil olma beyim kula hoş davran
Adalet haddini aşmamakmış bil!
İfrat tefrit, ikisi iki rezil…
Nice nice zulme oldular menzil
Sıfatın zalimse sensin azâzîl
Adalet haddini aşmamakmış bil!
Zatını bırak da çat sağa sola
Zulümden fenası acep ne ola
Adaletten iyi ya kul ne bula?
Adalet haddini aşmamakmış bil!
Hadsizin elinde haraptır dünya
Ne hak ne hakikat hep cila boya
Riyadır bu düzen eder mi ihya
Adalet haddini aşmamakmış bil!
Talât neresidir en fena belde
Hicret lazım amma selamet nerde
Anlat zalim nefse sen şimdi gelde
Adalet haddini aşmamakmış bil!
KAR GÜNÜ
Her şeyi güzeldir kar gününün
Tozağı, buzu, aheste yağışı
Her şeyi güzeldir kar gününün
Tipisi, borası, şılopa yağışı
Her şeyi güzeldir kar gününün
Meleklerin dansıdır semadan inişi
Her şeyi güzeldir kar gününün
Yürüyüşü aheste, bir gelin gibi
Her şeyi güzeldir kar gününün
Uyandırır iffet ve namus hissi
Her şeyi güzeldir kar gününün
Buselik bir şarkı gibi, gönül sesi,
Her şeyi güzeldir kar gününün
Naiftir koşuşu, latiftir öpüşü…
SEVGİ
Sevgi suyu cana değdi
Sevgi yükü dalı eğdi
Sofra oldu şunca ağaç
Yiyip içip şükret haydi
Güneş yıldız şu da söğüt
Verir bize hepsi öğüt
Ayva sarı, beyaz kar, süt
İç de aklet durma haydi
Başka değil sevgidir su
Çiçek böcek aslı hep bu
Sıfat çeşit özleri hu
Kulak ver de işit haydi
Sevgi ile yoğrulan töz
Akıl fikir bir de şu söz
Yoksa içte yanan bir köz
Sevgi yeli üfle haydi
Hak rahimdir gafil bilmez
Gafil kulun gönül gülmez
Sevgi hayat asla ölmez
Saç sevgini durma haydi
Talât yarın değil şimdi
Sevgi yoksa derdin ciddi
Seven kul cennete girdi
Sen de say sev yılma haydi
ZÂT
Ne varsa fıtraten ediyor dua
Dâînin yanında hazırdır Huda
Eşya şahit, zatına ver selâm
Aç gönül kulağını işit kelâm
Âlem natık, çok dinle, az söyle
Kul kemale erer günbegün böyle
Her vücut ayna oldu, görünen Zât
Zât’tan haber veren envaı sıfat
İlahî Zât’ı gören gösteren sen
Tevhid et ki; kıl-ü kal’iz sen ve ben
Felek başka değil, lahutî kitap
Cümle cümle söz, senden sana hitap
Ey insan! Kadrin bil; yekta incisin
Bakisi kesirin; sen birincisin!
PARDON!
Besi tosunlarıyız;
biz nahır, dünya ahır!
Her sabah yayılırız;
otlarız… otlarız…
Meradan meraya
hoplarız…
Akşam olunca
madensuyu içer,
yatarız!..
Pardon!
Biz, insanız…
HATIRALAR TUTSAĞI
Selfi çağı! İnsan toplar hatıra
Yüklesek bu yükü çekmez katıra
Hayaller dijital âlem mahkûmu
Anlatsak da artık sığmaz satıra
Hatırada kalan kalır hep geri
Mazi sarhoşudur uyanmaz seri
İster hapı yutsun ister nebatı
Gidemez ileri gelmez ki feri
Gidene ıraklar yakın besbelli
Durana anılar verir teselli
Uyanığa mahkûm uyuyan elbet
İster yüz yaşasın ister yüz elli
Ezandan namazdan almalı ibret
Vakitten vakite sıralı hikmet
Sırr-ı hayat an’dan an’a ulaşmak
Doğan gün batan gün akla işaret
Ahretin varlığı mümine kanat
İki günün birse aldandın Talât
Kanat çırp ilerle her yarın yakın
Bil ki şiir değil kulluktur sanat
DEĞİŞİM
Dolunayın son gecesi
ege denizi’nde yakamoz
dolunayın son gecesi
ayrılık, hasret için…
dilimde aşk hecesi
fena halde yorgunum
bir biçim, evet.. fakat
galiba ben bir hiçim!
dışım ötemorfoz;
metamorfoz içim
müsaade edin, geçeyim!..
GÖZ VE SÖZ
Göz verdi ki âşık olayım İlah
Ne gördümse sinemi vuran silah
Güzel ve büyüleyici bir âlem
Söyleşir hep gözümle gizli kelam
Sırlı bir efsun bakmadan edemem
Denizi, göğü bırakıp gidemem
Gözümle göz göze geldim bu sabah
Fırdönüyor dört yana sanki mubah
Azarladım, kirpiklerini örttü
Elime bir damla gözyaşı düştü
Ya âlem gözükmeseydi gözüme
Ya da hiç kızmasaydın aşk sözüme
SABAH UYANIŞI
Sabah Yıldızı müjde verdi
Güneş ardımda..
Muştuyu işitince tabiat
Uyan borusu çaldı
Şafağın önü sıra kuşlar
Saldı tatlı ötüşler..
Heyecanlı terler döktü
Göz açtı gonca
Kızıl tebessümle
Duaya durdu
Pembe yanaklı gül
Güz ağaçlarında serçeler
Sihirli nağmeler saldı
Ufuk anbean allandı
Dallar coşkuyla sallandı
Binlerce kanat ufka açıldı
Çığlıklar yayıldı her yana
Sabah açıldı! Sabah açıldı!
Güneşte meftundu bahçeye
Sevgisinin adı ısı ve ışık
Ayçiçeği dönüp selamladı
İnsan hariç! sabah uyanışına
Katılmayan kalmadı!
VAY AMAN!
Yine başım duman
Vay aman!..
Yüreğim bir keman
Vay aman!..
Muhalif rüzgârım
Vay aman!..
Eser dururum
Vay aman!..
Zaman zaman
Vay aman
Vay aman!…
ÖĞÜT-II
İslam’dan başkasın nafile övme
Kullar Hakkın kulu aman ha sövme
Elinle dilinle kimseyi dövme
Dava el âleme kızmak değildir
Gün geldi gün gitti ömür de bitti
Her gelen imtihan olup da gitti!
İnan! kim ne etti kendine etti
Sanatkâr görendir bakan değildir!
Bilmediğin suda rehbersiz yüzme
Boğulup gidersin kalanı üzme
Öyle hain hain etrafın süzme
Ahmaklık cahillik hüner değildir
Kervanlar gidiyor sen geri kalma
Gemini rotasız denize salma!
Senin olmayanı uzanıp alma
Uzun el kısa el makbul değildir
Kim de var çare? Hak vere derman
Doğduk öleceğiz değişmez ferman
Herkes gibi sen de al sat bir zaman
Rızasız kazançlar kazanç değildir
Artık sonbahardır yaprak üşüyor
Palandöken’e de karlar düşüyor
Yaşamak ne idi? insan şaşıyor
Gelip geçen fani baki değildir
KÜMBET
Bir vardır bir yoktur ey kümbet nasın
Dolar boşalır da boş kalmaz tasın
Ahretten habersiz kul tutar yasın
Sana bel bağlayan aldanır kümbet
Gül ile bülbülün coşkusu serde
Göklerin güneşin dünyan hep perde
Gezersin perdede keyfin her yerde
Sana âşık canlar ya nerde kümbet
Kümbet barınak gel etme tapınak
Taptığın nefsindir ey bak avanak
O ne emrederse tutarsın çanak
Çanak yalayanın ya nerde kümbet
Dünya din içindir ya niçin hilkat
Ne dini! dinara kesbi liyakat
Melekler gelince başlar mülakat
Dinar yığanların ya nerde kümbet
Gardaşlar! uyanın zaman geçiyor
Ecel denen tırpan her gün biçiyor
Kalmaz bir kafile konan göçüyor
Şehirler şairler ya nerde kümbet
GÖNÜL
Gözler baktığından niçin kaçıyor
Ya adımlar neden ara açıyor
Diller de sözden söze geçiyor
Âlem gönül kadar geniş değilmiş!
Kanaldan kanala gezer durusun
Her ne ise arzun arar bulursun
Bezip bırakırsın, işte sen busun
Âlem gönül kadar geniş değilmiş!
İster denizde ol ister karada
Nere gidip gelsen darlık orada
Bu can yabancıdır belli burada
Âlem gönül kadar geniş değilmiş!
Arkadaş! Yolcusun anla da uyan
Buralı değilsin gör ayan beyan
İmanla amelle var gönle dayan
Âlem gönül kadar geniş değilmiş!
ANADOLU
Yazı başka cefa kış başka cefa
Alın teri ekmek yer Anadolu
Çoluk çocuğuyla sürdü mü sefa
Kırık kanadınla uç Anadolu
Yemlikten salata ısırgandan aş
Yine de bileği taş Anadolu
O hep ayak idi olmadı hiç baş
Yüreği ciğeri mert Anadolu
Nafakamdır diye güne ot serdi
Çehresi bakırdan sert Anadolu
Orakla tırpanla rızkını derdi
Şükürlü secdeli ruh Anadolu
İki koyun vardı birin kolcu aldı
Hele çalış çabala yığ Anadolu
Sefer var! hükûmet haberin saldı
İki oğul birden ver Anadolu
Bin yıl var ki yerden kalkmaz sofrası
Ağadır, yedirir, şen Anadolu
Kuru ekmek bir de kefen torbası
Huduttan hududa koş Anadolu
Selçuk’un, Osman’ın şimdi Kemal’in
Borçludurlar sana yâr Anadolu
Doksan Üç Harbi’nin öküz senedin
Yırtıp attı köylün yurt Anadolu
Sırtında taşıdın bin yıldır bizi
Netsek azdır sana, ah Anadolu!
Mezarsız dağlarda cedlerin izi
Yurda tapu oldu kan Anadolu
GÖZLERİM
Gözlerim! Sırlarla dolu gözlerim
Gördüğüne ağız olur söylerim
Dolaşır da çarşı pazar usanmaz
Her gün seyre çıkar âşık gözlerim
Aynaya bakmasam benden habersiz
Bazen de diyorum; bu, terbiyesiz!
Avare bir rüzgâr, başına buyruk
Her gün dağda bağda koşar gözlerim
Beynim mi kalbim mi ardındaki kim,
Kim vardır içimde, kimdir bu mukim?
Düşüncem, ifadem onun eseri
Her gün sözden saza gezer gözlerim
Röntgenci mi nedir, dikizler durur
Bozma keyfim diye emir buyurur
Yürekte kaynayan coşkun bir nehir
Her gün yel sel olup akar gözlerim
Kâinat bir saray yol bulup girmiş
Sevgi ve merhamet onla bilinmiş
Talât her canlıya gözden verilmiş
Her gün aygın baygın bakar gözlerim
ŞÜKÜR
Nasıl geçiyor zaman
daha dün yazdı
bugün sonbahar
meyveli yeşil yapraklar
şimdi gırı topraklar
üzerinde sesiz ölüler
ki her biri
kış yorganını bekler
gecede uzar, iyice…
lakin umut taşırız
şükür
canlanacak her şey
bahar gelince…
PARA
Öyledir! Gelimli gidimli dünya!
Paradır herkeste biricik hülya
Kiminde yok, kiminde balya balya
Para hayat için hayatsa para!
Ondan değerlisi daha çok para!
Varsa mangır, ulaşılır her bala
Yoksa mangır, beyim! avucun yala
Daldan dala konduran kanat para!
Sesini yükselt, a!.. ister ver emir
Para narında taş!.. gör nasıl erir!
Kimin ki nesi var, paraya verir
Ağlatan inleten!.. garip ki, para!
Sıra sıra olur, hanımlar beyler
Parası olana pek saygın derler!
Sorma daha sorma her nane yerler
Doğruyu yanlışı cem eder para!
Boş verip yasayı gözet kasayı
Bil paradır yapan anayasayı
Döşet akşamları keyfle masayı
Nizam-ı âlemi yıkan şu para!
Her şeyimiz para!.. ne basit dünya!
İman, ahlak, sevgi.. oldu mu riya?
Bir çoğun dörtnala bir çoğun yaya
Cennet cehenneme koşturan para!
Tevil etme, kuluz, kuruş putunun
Bak, ne var içinde iman kutunun?
Meczupları olduk döviz puştunun
Ölen de giderken der para para!
Hayat eşitlendi pis para ile
Akıbet ne olur Talât ne bile
Akçeli mendille göz yaşın sile
Arkandan güldüren sövdüren para!
TAŞLAMA
Ruhta olunca sefalet
Hak getire hak adalet
Herifte var her melanet
Koyun keçi evliyası!
Alıp sattığı şu dünya
Benim dedikleri hülya
Gördüğü hep fasit rüya
Koyun keçi evliyası!
Danslı zikirde marifet
Dilinde bir söz hakikat
Ne gezsin kalpte taharet
Koyun keçi evliyası!
Çektikleri mal mülk yası
Kat kat olmuş gönül pası
Netsin buna hamam tası
Koyun geçi evliyası!
Suyu kurumuş derede
Yüzen balıklar nerede
Uyana Allah verede
Koyun keçi evliyası!
Şeriata uyan yoktur
Yalandan evliya çoktur
Talât gördü karnı toktur
Koyun keçi evliyası!
AŞK-I RUHANÎ
Düzeltmek istersen hali
Şerab-ı aşk-ı ruhanî
Siler kalpteki buhranı
Puthaneni mescit eder
Doğruyu tut eğriden kaç
Nefs yüzüne toprağın saç
Bil ki budur kula miraç
Çakılların cevher eder
Halin şeytanî rahmanî
Rahmanî de bil dermanı
Arama başka fermanı
Derman seni dertsiz eder
Ofla öfle ne işin var
O ki nefsten, fuzuli zar
Vay vay ile edilmez kâr
Dam-ı şeytan iflas eder
Talât bırak seni beni
Hak sever hakkı seveni
Kulu yer ise geveni
Cinanını niran eder!
GELİNCE
Bülbül ağlar her seher
Ehl-i aşktanmış meğer
Gözyaşı aşka değer
Leyla kalbe gelince
Kimde ki var aşk derdi
Odur insanın merdi
Mecnun’u yere serdi
Buy-i Leyla gelince
Aşk yeli, yel-i seher
Lahutî sırdır eser
Dünyadan sıdkın keser
Sofra-yı aşk gelince!
İbrahim-i aşk nerde
Ki, put koymadı serde
Aşk şifadır her derde
Dert yüreğe gelince
İksir-i aşk mest eder
Kokusu dosta gider
Yakup’un derdi biter
Gömlek ulak gelince
Talât, gamsız, bil ki çöl
Çöl yerinde olur mu göl
Ölüm haktır aşkla öl
Melek gülle gelince
MUSA
Tur-i Sina’da bir Musa
Savt-ı İlahîyi duysa
Ateşi kalbine koysa
Bin Firavun para etmez!
Buzağıdan ses gelse
Ateş-i Tur onu değse
Mümin bu sırrı bilse
Bin Samiri para etmez
Kimde ki var Lât-ı Menat
Şeytan ona taktı kanat
İns-i cin okur lânet!
Bin Lehep bir para etmez
İbrahim’e geçti ateş
Ey Habibim! durma yetiş
Koydu mu Babil’de fetiş
Bin Nemrut bir para etmez!
Kimdeki var nur-i iman
Olur mu hiç hali yaman
Sarsılsa da zaman zaman
Bin şeytan bir para etmez!
Çare yoktur salaha
Rahmeti çoktur vallaha
Talat teslim ol Allah’a
Gayrisin bil para etmez!
BİLEN VAR MI?
Eğriyi doğruya kattı
Hidayet güneşi battı
Huzurla uykuyu yattı
Uyanır mı, bilen var mı?
Batıl hakka kılındı eş
Makbul nesne! yiyildi leş
Küle döndü kalpte ateş
Savrulduğun bilen var mı?
Herkes çatar şuna buna
Yol yok ki gitsin yoluna!
Ahir zaman derler buna
Dehşetini bilen var mı?
Çayırlar verdi heyecan
Anlamadın ey babacan!
Tek sürü var, tek bir çoban!
Gafletini silen var mı?
Sahipsiz mülk nerde, Talât
kulak bul da hakkı anlat!
Rehber oldu Lât’la, Menât
Kâbe’sini bilen var mı?
SEHER VAKTİ
Vakt-i seheri çok kolla
Göz yaşınla name yolla
Rabbim deyip hele ağla
Viran kalbin gülşen olur!
Çekme boşa ah u zar
Her işte çok hikmeti var
Sabrettin mi hepsi de kâr
Sabırsız kul pişman olur
Zahirin halk, batının Hak
Bu hikmetle nefsine bak
Zikir, fikir lâmbanı yak
Karanlığın ruşen olur!
Âlem bu ki, kimi cefa
Ardından söker hem sefa
Her ne olsa göster vefa
Vefalı kul sultan olur!
Eğer ki yok, sabrın saman
Savrulursun halin yaman
Akıp giden ‘sensin zaman!’
Kıymet bilen cevher olur!
Talât gördü, budur dünya
Başı hülya sonu hülya!
Teslim-i can etti Hu’ya
Bekler sonu nice olur!
SORULAR SAĞNAĞINDA VARLIK!
Koca okyanus yaptım balıklara
Çok su içsinler diye kana kana!
Bir telaşla koşup geldi sözcüler
Medet! yetmez okyanus bunca cana!
Güneşe ısınsın diye ateş yaktım
Yıldızdan kolyeyi boynuna taktım
Seyretsin diye uzayı ev yaptım
Medet! dedi yetmez uzay bu cana!
Işık yarattım karanlığı gizledim
O ne diyecek diye durup izledim
Karanlık olsa da görsem kendimi!
Medet! dedi kimim? söyle bu cana
Yağmuru yarattım büyüsün hayat
Islansın uykudan uyansın memat
Dedi neden gizli bana keşfiyat!
Medet! göster ıslanmayı bu cana!
Düş yarattım müjde olsun ruhuna
Düşle taşıdım gaybı huzuruna
Susamdı o da taktı uykusuna
Medet! Uykusuz düşü göster cana?
Talât isteyeni isteteni bilmedi
Cevaplar çoğaldı sual bitmedi
Aklı kısa kaldı fikri yetmedi
Ya Medet! can kimdir? Bildir şu cana!
GECE YAĞMURLARI
Gece, ah! sadece
uyku için midir?
‘Gece yağmurlarında’
ıslanan aslan
gecesi olmayanı
ölüden sayan
sevdalı ruhlar…
Aşkı onlar bildi
bir onlar ‘Zümrüdü Anka’
nefs puthanesinden azade…
FUAT SEZGİN’E…
O Şark’ın evladı
o sezgin fuat!
İlimle fikirle
yaptı fütuhat
Mavera göğünden
kutlu bir seda
Ömerce, Fatihçe
kâmil bir eda
Miras-ı Kuran’a
oldu pervane
dedi medeniyet
borçlu İslam’a
Eseriyle müessir
azim bir hisar
Alemdar-ı Resul
bir Pertev nisâr
Cehdetti durmadı
şunca bir zaman
İspat etti sözün
yüz çilt eserle
Gülhane parkında
kutlu bir çınar
yahut bengisu
lahutî pınar
İftiharı oldu
mazlum milletin
yakıştı İstanbul
bir taç başına
DAĞINIK ‘BEN’
Kendimizi ifade edemedik
bilemedik ben kim
siyah ya da beyaz
insan olmak çölde
nedir bu insan olmak!
Kendimizi ifade edemedik
siyaset veya din
ev ya da sokak
da insan olmak
nedir bu insan olmak!
Kendimizi ifade edemedik
söyleyeceğimiz neydi
söyledik mi sözümüzü
bilemedik evvelini ahirini
nedir bu insan olmak!
Kendimizi ifade edemedik
kitlesel dağınıklıkta dağınık
kendimiz hakkında konuşamadık
kendimiz kim bilemedik
nedir bu insan olmak!
Kendimizi ifade edemdik
de temmuz sıcağında üşüdük
seninle de konuşmuyorum
kendimlede -ki soruyorum
nedir bu insan olmak!
NEFS
Sordum bir bilene, kimdir âlemde ahmak?
Dedi: Âlem-i nefse öküz gibi bakmak!
Efendim! Nefsine uyup azdıkça azmak,
öz eliyle özüne gayyada kuyu kazmak!
Ahmak o ki, şeytan-ı nefsi mürşit bildi,
Mürşidi, güya hidayet yolunda dildi!
Durma; istediğin kadar göster ve bağır,
Arş-ı rahmandan gafil; göz kör, kulak sağır!
Âlem senin değil mi, koştur; hepsi boştur,
eremez menzile nefs, tek kanatlı kuştur.
Hidayet! Musa Turu’ndan bir ateş almak,
yıkanmak o ateşte, odur nurdan ırmak!
RAMAZAN SEVİNCİ
İnanç ve sevinç ayıdır ramazan
O saldı âleme kulluk coşkusu
Kaybetmedi asla onda kazanan
Zulmet nura döndü işin doğrusu
Kuran ve arınma senin nasibin
Rahmet-i rahmana kılındın tahsis
Mümine kılavuz Kitab-ı Mübin
Mübin’le viranı ettin mi tesis
İkramın zirvesi Kadir Gecesi
Sofrada olana yetişti nasip
Cennetlik kul oldu gör ki nicesi
Affetti borçları O Yüce Hasip
İç emri verince her yandan ezan
İçtiğin su değil bil ki bengisu
Oruçla, zekâtla ameller kazan
Kiri yıkar düşün başka hangi su
Rabbin verdi sana ‘berat’ hediye
Sevinç gözyaşları döksen yeri var
Kulluktan kaçtın a! bilmem ne diye
Kimi bulacaksın, kim olur ki yâr
Amandır Talât kulluğa devam
Hüşyar gönlün varsa her gün ramazan
Günde beş kez deki işte bu davam
Nefsim azı şeytan hem arabozan
ÇIKIŞ VE İNİŞ
Hayat! Başı da anlamlı sonu da!
İnsan! Kabiliyetli, aklı da uzun fikri de
Sen de anlarsın bunu
ufka bakıp yıldızlara dokundukça…
Kader! Gündoğumu ve günbatımı!
Yaşamak! Sandınsa bir barut atımı
Hayıflan! Işımadın ve ısıtmadınsa,
çıkışsız inişlerde kaldınsa…
Her gün çıkar ve iner, huzurlu yaşar,
huzurlu batar güneş.
Canlanırım her baktığımda yüzüne
Uyanır küllenmiş közümdeki ateş…
Ben de yükselmek isterim
Işımak ve ısıtmak…
KADİR GECESİ
Yoktun, seni var etti
Yetmedi hem yâr etti
Âleme sultan etti
Düşün Kadir gecesi
Kalma bigâne Rabbe
Hayat taşıyor habbe
Kâinat habbeye kubbe
Ruhu Kadir gecesi
Adın yoktu ey adsız
Hatırsız böyle yadsız
Nasıl yaşarsın yâdsız
Yâd et Kadir gecesi
Önce gönlünle buluş
Gönlüne danış konuş
Akılsız böyle bihuş
Durma Kadir gecesi
İki gözün vardır bil
Kalp ve baş gözüne dil
Din ile aynanı sil
Nurlan Kadir gecesi
Nefsini adam sanıp
Ömrünü etme kayıp
Gafletle geçti ayıp
Uyan Kadir gecesi
Talât’ın işi zikir
Kuran’ı eder fikir
Zikir fikir yoksa kir
Gitmez Kadir gecesi
HAYAT
Çayın rengi ufkun dengi
Şarkı söyler yağız çengi
Der ki korkma sensin bengi
Kanma renge solup geçer
Hayat kadeh içtin bitti
Ömür nefes verdin gitti
Canan cana gör ne etti
Hüşyâr olan sırrı seçer
Hayat yolu allı pullu
Kimi kürklü kimi çullu
Kısa yahut uzun kollu
Koymaz felek eker biçer
Kervan dolu boylu poslu
Kimi küllü kimi korlu
Şu da beyin falan oğlu
Tahta ata o da duçar
Giren sarhoş oldu bezme
Talât aman gafil gezme
Ayak ipin boşa çözme
Durmaz kervan konar göçer
MOR TEPELERİ BEKLEYENLER!
Gün batımının ötesindedir evim
bekliyorum, gelince saatim,
evime gideceğim…
Mor tepeler insanlarla dolu
ufka bakıp yalnız yaşar her biri
yalnız ölmek için gözlerler yolu.
Geceleri çıkar önden gidenler
yıldız olup göz kırparlar..
Mor tepelerde bekleyenler,
haber alınca maveradan
ürkmezler artık karanlıktan..
GÜN BATIMI
Kaç yaz gitti saymadım kaç gün batımı..
Hangi limana sürdümse yatımı
karşıladı beni gün batımı.
Nasıl da tehdit ediyor katımı,
kızıl yeleli atımı, gün batımı!
Ömür dört mevsim dört köşe kutu
her köşeden görülen gün batımı
ve yaşamak resme bakıp
oyalamak hayatı
şu bir atımlık barutu..
HAKKI VAR
Envaı çeşit bitkiyle dolu
bir bahçedir hayat,
herkes için kuruldu
bu nimet sofrası.
Her ağacın, her bitkinin,
dört mevsimde hakkı var;
çiçeğini açmaya,
kokusunu salmaya
hakkı var gülün,
meyvesini vermeye elmanın…
Yumuşak otların, sert ağaçların,
rüzgârlarla salınmaya hakkı var.
Hakkı var yağmurlarıyla
çayırları ıslatmaya bulutun.
Tavus kuşu renklerini gösterecek,
hakkı var, guguk kuşu ötecek,
kanarya vicdanıyla şakıyacak,
hakkı var, her varlık,
hür yaşayıp hür ölecek!
—
Ey Ümmet!
Ey afyonlanmış ruh!
Buğzunda mı yok?
Onlar, o mazlumlar, kardeşlerin;
Ağızları var, feryat eden,
Gözleri var, gözyaşı döken,
Kulakları var, ahu enin ile malul…
Yürekleri var, ah!.. ateş sonrası köz!
Ey kör, sen,
Sen ey sağır!
Ey ağızsız, dilsiz!
O mu ölü sen mi?
Ey medeni!
Biliyorum, Levi’lerin rabbi Yeruşalim’de oturmuyor!
Washington’a taşındı uzun zaman önce…
Siyon Dağı da Manhattan kulelerinin üstünde!
Fakat biz, biz ‘kulesiz’ rabbe inanıyoruz!
Yerin ve göklerin Rabbine…
Milletlerin tek İlahına; Allah’a…
Daha önce sizden intikam alana!
Ey medeni!
Filistin sokaklarında kimse yok;
Mustazaflar Allah’la konuşuyor!
Biliyorum, korkmuyorsunuz bizden,
Fakat Rabbımızdan korkun!
Çünkü O, kucaklarında ölü bebekler taşıyan
mustazafları dinliyor şimdi!..
ŞARKI
Gönül! Niçin eksik olmaz hevâ vü hevesin senin
Gitmezsen yâr yolundan eğer çekemem ben vebalin
Lütfuna erdin bunca yok mu yâre vefadan eser
Güze erdi ömrün ermedi yâr-i câna kemâlin…
KÖY ODAMIZ…
Erzurum’da mevsim dar
Ne güz ne kış bahçesi var
Kapı soğuk, dam boyu kar..
Pencerede sardunya al
çiçeklerle dopdolu dal
sal sardunya kokunu sal..
Soba çıt çıt, tezek yanar
Kedim sarı, iple oynar
Tepside yakutî bir nar..
Kireçli duvarda duran
Gül nakışlı kapta Kuran
Oku kuzum, haydi davran..
Tavlı minder halı yastık
‘Gagam’ da var, tuzlu fıstık
Yadigâr saatim tık, tık..
Geçti zaman günler ile
Yaşamayan nerden bile
Kattım sesimi bülbüle.
(Uzunyaylalı)
ANNEM’E
Mezarın başında seyrettim, durup
O güleç çehrenle bana bakarken
Munis seslenişin ruhumda duyup
İçime içinden sevgi akarken..
Mermer midir mezar kuru bir toprak
Yaşarım yaşarsın gönlümde anne
Rüzgârda savrulan şu sarı yaprak
Bilir ki baharla doğarım yine..
Ölünce çekildin hasret dağına
Melülce bakarım ardınca anne
Ben de yakalanırım ecel ağına
Kavuşmak için sana, girerim sine
Bilirim anneler sevgi gözesi
Her çocuk yıkandı bu suda anne
Ah! Sen olmayınca, kimin var nesi
Yavrum der de yolum beklersin gene
(Uzunyaylalı)
İlahî tebessüm!
Nisan!.. Bahara çıkmak üzere olan
tenha bahçelerde gönlüme dolan
Allah’ın eserlerini görmeye gittim;
Palandöken’den inmişti coşkun kar denizi
yeşil dallarda gün sayan tomurcuklar
sarı çiçeklerini açmış kızılcıklar
Hepsi de beyaz ihramlara bürünmüştü
Allah’ın eserlerini görmeye gittim;
karda güneş, gökte mavi.. bahçe canlı resim
nesneler flu, görünen ilahî tebessüm…
Uzunyaylalı
MODERN MAHKÛMLAR
Elinde akıllı telefon
Yorulunca internet ya da TV…
Haydi, bahçeye gel, bizimle topla kivi
İçerden çıkmak istemiyorsun, niye?
Hareketsiz kalmak, böyle biteviye…
Öğlen güneşine çık hiç olmazsa
Çınarla beraber sıcak çime gölge sal
Kon bir dala sende, kuşların şarkısına katıl
Çekme, böcekler ziyaret etsin elini
Yaz yağmurlarında olsun ıslan biraz
Dokunsun bırak, okşasın yüzünü meltem
Dolunayın ışığında yıkan iyicene
Semaya bak, derin göğe, ta yıldızlara
Mangalı da yak, çatlasın mis gibi lazut
Oğlum, Mesut; oturan hangi boğa mesut?
Uzat elini uzat, bak dalda kiraz
Yaşa biraz kardeşim, yaşa bira
MART BAHARINDA ERZURUM
Mart baharının ürkek mehtabında Erzurum
Uyanıyor, genç delikanlı gibi uykusundan ağır
Dadaşkent bahçelerinde dolaşıyor nesim-i nevbahar
Neftî tomurcuklarla yürüyüşe geçmiş genç leylaklar
Işıklı bir nehir gibi bahçe akıyor Nisan şafaklarına
Yeni mehtaplarda eski baharların muammasına dalıp
Neye yarar ki bir heykel gibi öylece camid kalıp
Katılmamak, ezel baharın aşk ve neşe şarkılarına…
KEDİ İLE KÖPE
Köpek, pirzola yerken söylendi,
tutamadı kendini iyice bir yellendi.
“Yiyip içip danalara döndük kedicik,
Sahibenin evlatları olduk, biricik!”
İpek yastığa yaslanmıştı, kedi.
“Öyle gözüküyor, mirim!” dedi.
Uzanıp sardalyesinden yedi.
“Acıyorum sahibeye, n’olcak hâli
Pek bize benzedi pak cemali!
Sahibeden geriye kalanı saysak;
Gardırop, mide ve barsak!”
Köpek, dedi: “Var gibi gözüküyor aklı!
Lakın sensin haklı; aklı, midesinde saklı!”
Kedi, papyonunu düzeltti ve zili çaldı.
“Çıksak mı şekerim, kuaför saatim!
Kalmadı takatim, üretim ve tüketim,
bir de her şeyin başı eğitim, mirim!”
Köpek doğruldu ve gerindi.
“Ben de sizinle geleyim, AVM’yi gezeyim
Para niçindir ki; giyim ve yiyim!..”
SELFİE ÇAĞI
Âdem ile Havva resme baktı, tabiata ve gökyüzüne…
Manzara çok güzeldi, varamasalar da özüne.
Gün geldi bıktılar, yazıyla meydana çıktılar;
fikir daha güzeldi!.. Nihayet ondan da sıkıldılar.
Gazeteyi icat ettiler; siyah resim, renklisi harika!
Derken metni azaltıp resmi çoğalttılar,
o da bıktırınca, daha yeniyi kovaladılar.
TV ve İnternette karar kıldılar.
Oh! Ne güzel; dinamik ve statik resimler!..
“Saçmalık!” dedi Havva, bıkmıştı,
Âdem’i yanına alıp ‘selfie’ başladı,
başkası yerine kendini izlemek!..
“İşte, bu!” dedi, Havva. “Bu, bir devrim!”
Âdem, hak verdi; önde yürüyordu, evrim!
Selfie çektiler, her yandan selfie!..
“Havva! Artık yeter!” dedi, Âdem.
“Bıktım resimden, içim hep elem!”
Balkonda omuz omuza oturdular;
“Hâlimiz ne olacak?” diye kafa yordular.
Havva sordu: “Kaç bin yıldır buradayız?”
Cevap verdi Âdem, kızıl ufka bakarken:
“İlk güne dönsek, şehrin ışıklarını söndürsek,
eskisi gibi, geceyi ve yıldızları seyretsek!..”
Havva, güldü, “TV’de, ‘yıldızlar’ belgeseli var,” dedi,
“içeri geçsek de onu kaçırmasak!”
YAPRAK
Rüzgâr çalınca ıslık, dalından indi yaprak.
Öyle hafifti ki, rüzgâr onu kaparak,
savurdu köşe bucak.
Canı yandı, örselendi, yaprak.
Baktı annesine ağlayarak…
Böyledir dedi, anne; akılsız öğrenir,
her rüzgârla savrularak!..
KIRKAYAK
AVM’ler, kahveler, lokantalar biidrak
başka yere çıkmıyor caddeler, kısrak
şehir deviniyor; yorgun bir kırkayak
susturmak için ruhunu süsten medet umarak
boyalarla, ipeklerle, plastiklerle avunarak
şehir deviniyor; yorgun bir kırkayak
nezahet ve mahremiyet kaldırımına basarak
yürüyor; hayır çiğniyor, taştaki aksini
şehir deviniyor; yorgun bir kırkayak
iliştirilmiş bir nesne olduğunu hissederek…
PASAPORTSUZ GİRİŞLER
Rüzgârların pasaportu yok sanırdım, meğer
kuşlar ve balıklar da pasaport taşımazmış!
Karakış önü geçti semadan son göçmenler,
uğurladım yine de her birini Palandöken’den.
Duydum! Hamsiler de izinsiz çıkmış, Marmara’dan
Ne bayrak takan var, ne tanıyan sınır!
Ne olacak kardeşim; sahipsiz memleket!
Şimdi gel de olma sinir!
Beynelmilel şehir olmak, iyidir
dedi bir aklı evvel, küresel köylü ol!
Bak, şehirlerde azim bir inkılap…
Yabancı ağaç girişi de yeni bir dalga,
ne hoş! Erzurum caddelerinden çekildi
evvelkiler; karaağaç, akasya, kavak ve söğüt!
Göçmenler, süs eriği ve elması her yanda!
Kavşaklarda, refüjlerde yükselen mavi ladin!
Sarıçamlar, aşina yüzler gibi ilgisiz.
Salınmakta etrafta gezginci ağaçlar.
Eski yüzler; alacakarga, karakarga, serçe,
kumru ve bir de ben, çamlıkta,
eski hikâyelerle demlendik.
Yaş da ilerledi, dedik; göçmenlerden dertlendik…
Yeniye aşinalık pek güç, böyle karar verdik!
SEYAHAT
Niye böyle, bilmiyorum!
Seyahate çıkacak adam gibiyim,
seyahatte olsam bile!..
Ve duymak, o esrarlı fısıltıyı,
göz için iyi bir şey arıyorsan,
gel beri!..
Çekilmek sonra seyahat ipiyle,
mahrem imgeler ardınca,
oradan, oraya!…
Lakin nereye gitsem,
denizde, ovada, dağda,
akşam ve sabah, hep orda!..
Biliyorum! Biliyorum!
Bir yerli olmak en iyisi,
fakat, o yer neresi?
ERZURUM’DA SONBAHAR PAZARLARI
Sonbahar pazarları gittikçe daha sarı
Bal kabağı, mısır, ayva, nar, kiloyla limon
Malatya’dan aşma, İspir’den fasulye, Livane’den darı
Cüsseli kavun karpuz, değmiş mi acep hormon!
Kalabalık ki nasıl, iğne atsan yere düşmez
Kapya ve yeşilbiber, turşuluk fasulye ve hıyar
Hanım abla hanım kız, gezer durur da bezmez
Bahtiyar bir memleket, bulunmaz böyle diyar!
Minibüs ardı dükkân, ta Ege’den geldi zeytin
Mal dolu her bir tabla, şükür de varsa ne âlâ
Kehribar ağızlık dudakta, çeker durur nikotin
İter arkadan beybaba, şöyle çekilsen bala!
Üretenler var olsun, yoksa nasıl kâr olsun?
Tereyağı, taze yoğurt ve peynir, şu da ceviz
Tarla eken, bağ vuran, bahçe kuran altın bulsun
Yerli malı yesin herkes, dışarı gitmesin döviz!
Traktör çalışsın, pulluk ışıldasın güneşte
Lütufkâr Tanrı’nın adını ansın daima dudak
Büyükanne köyden geldi, önünde taze erişte
Entari, ayakkabı… Dikkat et, kırılır bardak!
Kolay sanma yetişti şu kocaman lahana
Hep alın teri, hep emek, gördüğün şunca nimet!
Zayi etme sakın, yiyeceğin kadar koy sahana
Çöpe atılır mı hizmet? Göster emeğe hürmet!
CEMİYET VE İDRAK
‘Cemiyetsin!’ dedi.
Bilgin, baş eğip iç geçirdi.
Dedi: Cemiyete uyarız;
Sesimizi cemiyette duyarız!
Her insanla her an,
Yeni bir ‘Ben’ kurarız.
İdraki bitti!
“Anladım! dedi.
Ben, bukalemunum!”
Kalkıp camın önüne gitti.
Dedi: ‘Ben’ler caddesine’ gelip bir bak,
Akıl fenerini de iyice yak!
Şekil alıyorsun bana bakıp
Şekil alıyorum sana bakıp!
Ötekiyle kuruyoruz yeni bir Ben!
Ben olmadan olabilir misin Sen!
Bunlardan gayrı mı cemiyetin rengi?”
Cemiyette zahir olur, fehmet!
Şey’lerle çalışır, his ve akıl,
Başka söz bulamam, haydi yıkıl!
Sen olmasan ben, olamam!
Sen’in için oynarım rolümü,
Ben’im için oynarsın rolünü.
Beklerim yolunu,
Beklersin yolumu…
Samimi kılacak ne var ki, beni seni?”
Karşı çıkamam sana,
Nasip olmaz samimiyet,
Ne sana ne de bana!
Kitle benim düşüncem,
Ben kitlenin fikri,
Haydi, git ki, kimse idrak edemez
Bu, Ben’in zikri.
Nafile söz söyledi gelen giden,
Tanrı’dır kendini şey’siz idrak eden.
YAĞMUR TANESİ
Gökten inerken
Yanındaki kardeşlerinden
Kendini fark etti ‘yağmur tanesi’
Sağındaki solundaki de babası anası
Ooo ne de çoktu, hepsi hısım akrabası
Göğe ne zaman çıktığını bilemedi
Fakat dünyaya inişi muhteşemdi
Harika bir manzara…
Fakat o kadar çoktu ki kardeşleri
Ezilecekti az daha
Derken kendini buldu ırmak yatağında
Bireyken keşfetti ‘toplumsallığı’
Nice taşlardan sekip suya karıştı
Hisseti kitlede bireyselliği
Bireyselliğin tadını…
Dere tepe düz gitti, güz de bitti!
Anladı, her yolculuğun sonu var
Yaşamakta güzeldi hani,
tükense de azar azar
Şaştığı şu idi ki: Suyun içinde damla!
Nasıl hâlâ ben kalabildi?
İnişi ve yokuşu öğrenince damla
Dolunca kabarcıktan yüreği gamla
Ben olmak istemedi artık.
Ölmek neydi peki?
İşte o an, o denize, deniz ona doldu.
Kabarcığı ve rengi soldu, her yan deniz oldu.
HAYALCİ
İyi bir adamım ben, bir hayalci…
İnsaf etmek lazım, hayalci sayılmaz palavracı
Biri kendini avutucu, öteki âlemi uyutucu…
Gâh padişah olurum, düzene nizam veririm
Gâh akıllı silâhlar yapıp Amerika’nın hakkından gelirim!
İyi bir adamım ben, bir hayalci…
Koyar mıyım denizde boğulsun bir kul
Çocuklar kalmasın yetim, analar kalmasın dul
Bomba atmak da kimin haddine, sessiz şehirler üstüne
Yazarım bir program, füzeler döner zalimin göğsüne
İyi bir adamım ben, bir hayalci…
Analizler sunarım insanlığa, derin
Hangi kılığa girersen gir, değil mi ki hür değilsin
Kurtarırım beşeri sonra, şirketlerden, holdinglerden
Cep telefonundan, sosyal medyadan, nice üç bin kâğıttan
İyi bir adamım ben, bir hayalci…
Saraylar gibi camiler yapıp boş bırakır mıyım?
Statlardan, at yarışlarından, meydanlardan
Çeker alırım ellerinden, toplarım köleleri bir bir
Özgür ruhlarla doldururum mabetleri, hem de beş kez
İyi bir adamım ben, bir hayalci…
Yapışırım yakasına insan zaafı üzerine tarla ekenlerin
Serbest piyasa, kapitalizm, kominizim, ha!
Yedirir miyim insanı hiç aç kurtlara
Başlarında paralarım tuzaklarını
İyi bir adamım ben, bir hayalci…
Adil bir düzen kurarım, herkes mesut, bahtiyar
Sonra derim: Uyan, uyan ey insan!
Yoktur Allah’tan başka tapacak
Yoksa kıyamet kopacak!
ALLAHUEKBER ŞEHİTLERİ
Düşman yurduma gireli
Sen oralı ben buralı
Yâr olup karşı duralı
Bu dağlar karlı boralı
Gülüm dağlarda kalalı
Sözümüz Allahuekber
Fırtınadır kardır dağlar
Hazan çöktü gamlı bağlar
Garip yârim yaşmak bağlar
Yüreğinde neler çağlar
Gülüm dağlarda kalalı
Sözümüz Allahuekber
Bilir mi ki hâlim sağlar
Anam yavrum diye ağlar
Ciğerini ateş dağlar
Karadan yazmalar bağlar
Gülüm dağlarda kalalı
Sözümüz Allahuekber
Gülü sümbülü, şehitler
Bu dağlar Allahuekber!
Bu dağları melek bekler!
Konuşur Allahuekber
Gülüm dağlarda kalalı
Sözümüz Allahuekber
Özümüz Allahuekber
YENİ BİR MİLLET DOĞUYOR!
Kaos ortamı gebedir
Yeni bir millet doğuyor
Ki onlar Batı rüzgârına karşı bir sığınak
Kuzey fırtınalarına karşı bir barınak
Çobanı öldürülmüş sürüleri
Dağılmışları toplayacak
Çöl muhacirlerine vaha olacak
Onlar kayıp hazinenin bekçileri
Onlar geri dönüyor
Görmüyor musun şafak söküyor
Ben kokusu olanım
Ben Allahuekber Dağı’nın
Kardeleniyim
Sana söylüyorum ki
Tanrı’dan iyilik görmeyecek
Uzasa da gölgeleri zalimlerin
Ömürleri uzamayacak
Güneşin altında neler
Neler olacağını kim bilebilir?
Ben zambağıyım bu dağların
Türkiye yaylalarının
Köknar, lâdin ve kayın ormanlarından çıktım
Sarıçiçekler açıyorum sarı çayırlarda
Sarı güneşe bakıp yol alıyorum
Görünür oldum her yandan
Gölge salıyorum coğrafyama
Uzuyor, uzuyorum
Allah’ı ve kullarını tanırım
Sancağım aşktır benim
Sarı rengime bakma sakın
Rengim sarıdır içim bahar
Cedlerim uyandı bir kez
Sol yanım Selahaddin
Sağ yanım Fatih
Ne kadar diken varsa ülkemde
Rüzgârımdan irkilmekte
İşaret zahir oldu artık
Tanrı benimle bende onunla
Peygamberler dağlarında ateş yaktı
Sevr Dağı’nın yolcuları mağaradan çıktı
Ölümün kol gezdiği sokaklarımda şimdi
Karanlıkta kalan herkes bu ışığı görecek
Yürüyecekler dört biryandan ışığa
Allahuekber yükselecek, yükselecek
Duyulmaz olacak acımasız adamların türküsü
Tanrı’ya danışanlar
Firavun himayesine muhtaç değil
Nil’in çocukları Musa’nın ardında saf tutuyor
Ebabil kuşları çoğalıyor her yanda
Gagalarında yıldırımlar taşıyor
Yıkık şehirlerimin üstündü
Anka-yı mağrib dolaşıyor
Ankara’nın kolu nasıl da uzuyor
Tanrı’nın uzattığı yere kadar
Adildir Tanrı adildir
Yaptığımızın karşılığını aldık
Kırılacağımız kadar kırıldık
Hüzün gözyaşlarında yıkandıkça
Tövbemizi kabul etti şükür
İbrahim’i mi yalnız bıraktı
Muhammed’i mi Tanrı?
Romalı ne der diye beklemedi İsa
Firavun varsa Allah benimle dedi Musa
Su kokusu aldı çınar
Her dal artık bir bahar
TASAVVUFİ ŞİİRLERİM
DENİZ VE BALIKÇI
Bir balıkçı vardı, denize tutkun
Yelkenlerini şişirirdi rüzgâr
Dolaşırdı gemisi dört bir bucakta
Bazen balık çıkarırdı denizden
Bazen de inci
Bir gün deniz fırtına oldu
Fırtına deniz
Gemi balık oldu
Gemici inci
Çırpındı yüzmek için balıkçı
Deniz güldü aşığına
Bu ne sadakatsizlik? dedi
Hayatı mı var balığın, denizsiz?
Dur da öl bu denizde
Deniz ol, a vefasız!
CEMAL SAHİBİ VE AYNA
Bir gün bir cemal sahibi
Bir ayna yapıp ona baktı
Gönlü kendi hüsnüne aktı
O gün cemal aynaya
Ayna cemale meftun oldu
Ayna dile gelip söyledi:
Cemalin oldu cemalim
Kemalin oldu kemalim
Sen bana baktıkça
Ben sana bakarım
Ezelden âşık-ı sadığınım
Cemal sahibi dedi:
Ey Ayna! Ne yücesin sen de
Kıldım seni kendime bende
…
Raviler der ki Cemal ile Ayna
Ezelden birbirine müştaktır
Sırlara aşina bir pir ise dedi ki:
Her ne var âlemde Âşktır.
MIKNATIS VE DEMİR
Bir gün demirin yolu
Mıknatısın mahallesinden geçti
Olan oldu… Demirin gönlüne mıknatıs
Mıknatısın gönlüne demir düştü
Bu işi duyan şaştı
Aşkları denizler aştı
Nice âkil adamlar
Bir anlam aradılar
Söz uzayınca gereksiz
Mıknatıs dedi, o bendendir
Ben de ondanım dedi, demir
Biri iki görmekte niye?
Bu beşerde tuhaftı hani
Bunca söz manasız
TANRI’NIN İNCİYLE KONUŞMASI
Tanrı’nın vasıf denizi taştı bir gün
Kıyıya nice şeyler ve bir inci saçıldı
Bir neşe sardı her yanı, vasıf açıldı
Lakin münadisi yoktu, vassafın
Tanrı İnci’yi lisan kıldı
Haydi, konuş, dedi
İnci’nin sırrı ayan etmesi
Tanrı yücedir! dedi İnci
Kıldı beni Halik’ını, mahlûkunu bilici
Müsemma-yı Akdes’ini diyici
İsim ve sıfatla bildim zatımı
Zatımda gördüm Zât’ını
Tanrı hoşnut oldu, dedi ey İnci!
Kıldım seni sırlarımı bilici.
DERVİŞ VE GÜNEŞ
Gündüzünü gecesinde kaybetmiş
Bir derviş vardı Güneş’e âşık
Leylâ Mecnun’a nasıl kıble olmuşsa
Güneş’te Derviş’e öylece kıble olmuştu
Fakat ne yana yüzünü dönse Derviş
Gece yahut yıldızlı gece idi selâm verdiği
Ah edip durmadaydı dağ başlarında
Kara da kalmamıştı kar rengi kaşlarında
Bir türlü gözükmüyordu beklediği şafak
Her sadık gibi yetişti ona da imdâd-ı İlahi
Dervişin hâline aşina bir yıldız yere indi
Lütuftan ve ilimden çok söz etti
Derken Tûr Dağı’ndan tulû etti Güneş
Musa gibi bağırıp yere düştü Derviş
Uyanıp baktığında yıldızlı gece idi zaman
İhvânlardı başında soluksuz bekleyen
Sordular: Gördün mü Leylâ’yı ey bahtlı?
Ah edip başını salladı Derviş.
Dedi: Öyle zuhur etti ki ben yok oldum!
Leylâ gördü beni ben kör oldum!
DEMİRİN BIÇAK OLMASI
Pehlivan soyundandı demirci
Körüklerdi erkenden ocağı
Sonra araştırırdı köşe bucağı
Gözüne kestirdiği demiri
Ocağın ateşine sürerdi
Himmet eder demiri döverdi
Sabreden her demir
Yeni bir sıfat peyda ederdi
Küt bir demir yıllarca
Manzarayı izledi
Fıtratındaki sırrı gizledi
Dile gelip bir gün söyledi:
Ey demirci! Ateşim ben!
Kardeşlerimin rengindendir rengim
Var mı bu dükkânda bir dengim!
Müşterisiz mal gibi ettin beni zayi!
Konuştu daha sözler ki hepsi havai
Demirci dedi: Olmadığın şeyi söyleme, ayıp!
Bunca yılın geçtiyse bu hodkâmlıkla, kayıp!
Onu narlı ocağın koynuna sundu
Kibrini ateşle yuğdu sıfatı kızıl nar oldu
Dedi, ey demir!
Şimdi ilk sözün caizdir, söyle:
‘Ben ateştenim ateş de benden!’
Demirci insaf etmedi çaldıkça çaldı
Tövbe ettikçe demir ocağın alını aldı
Doldu vakti güneş gibi ışık saçıldı
Gitti soğukluğu geldi yüzüne sıcak
Mayası aynı kaldı vasfı oldu bıçak
KÖYLÜNÜN SIRRI
İhtiyar bir köylü vardı
İçinde bahar gezdiren
Ne yana dönse güneş gibiydi
Bir aydınlık, bir ferah
Kıskandı bir genç neşesini
Sırrına ortak olmak istedi
Kendi hâlini önce söyledi:
Neye baksam görünür
Bir bedbinlik bir keder
Bunca dert varken âlemde
Gün aydınlığında hep yüzün
Kapına uğramaz mı hüzün?
Elma ağacına yaslanmıştı ihtiyar
‘Ben şeker kamışıyım’ dedi
‘İçimdeki şeker de Rahman’
O’dur her derdime derman
Boş kuruntulara dalmam
Hele baş gözüme hiç kanmam
Yaklaş! Sırrı sana ayan edeyim
Tutasın diye bir nasihat diyeyim:
Zâhire bakıp kabukta kalma
Ağacın içinde gizlidir elma
İstersen her mevsim bahar
İçeri gir, ‘sen, sen de bul karar.’
NEDİR BAST-I ZAMANI ŞU FANİ ÖMRÜN?
İnatçı bir ağaçkakanın
Gagaladığıdır zaman
Ya da dişli bir farenin
Biteviye kemirdiği an
Yahut akarsu gibi
İtmez bitmezdir zaman
Kimse bilmez yine de
Dün nerede?
Bugün nereye gidecek?
Biten ömrü daim kılacak
Sevgi şarabıdır ancak
Lâyemut bahçesinde yahut
Mecazın hakikatini görecek
Gönül meyhanesi ehlidir, bilecek
Nedir bast-ı zaman’ı şu fani ömrün
RAHMAN
Postacım rüzgâr
Taşır odama bahar
Bulut peşimden gelir
Irmaklarım gökten akar
Derede çağlar musikim
Ağaçlarım tezgâh açar
Meyvelerim bedava
Yer içerim gölgede
Ben gülünce güler güneş
Selâm çakar göğümden
Ne yana baksam iltifat
Buyur buyur sedası
Yorulunca başlar gecem
Yıldızları sayarım
Gözkapaklarımı kapar melek
Kıyı boyunca yürürüm
Köpükle yıkanır ayaklarım
Peşimi bırakmaz deniz
Seslenir ardım sıra:
Taze balıklarım var, efendim!
Kumrularım şarkı söyler
Dansa başlar yakamozlar
Benim için kurulur gün
Benim için açılır sofra
Böyle geçer her günüm
Ne varsa gözüken
Bu zaman aynasında
Yıldız ay güneş
Hepsi de tanır beni
Bana bakar bana koşar
‘Ben olmak için’ varlık
Değer kazanır her biri
Benden alır kıymetini
Rahman’ın manasıyım
Göz bebeğimden bakar
Gizimi aşikâr kılar
İNSAN BİLİNCİ
Sır taşıyor insan
Sır, besbelli
Sabah uyanışı gibi
Düşüyor üstüne varlığın
İnsan bilinci
Buluyor her şeye
Bir sıfat bir isim
Bir failin fiili
Sırlı bir ayna
İnsan bilinci
BÜLBÜLÜN ÖĞRETMESİ
Yakamozlu deniz kıyısında
Perilerin oturduğu bir yalı vardı
Hakiki ya mecazi bahçesi cennet
Göllerinde nergis açardı
Sardunya, açelya, şakayık
Akasya, menekşe, zambak
Envaı çeşit gül çiçek…
Her yana ıtırlar saçardı
Tanrı bir günlük bilinç verdi bahçeye
Düştüler suretlerinin derdine
Kendilerinden bildiler hüsnü
Her biri oldu kuyruğuna âşık tavus
Unuttular güneşteki efsunu
Tanrı gizleyince ışığı
Değişti her birinin bakışı
Göstermeyince aynalar
Yükseldi bahçeden vaveylalar
Bir bülbül vardı dalın ermişi
Bahçenin bilge dervişi
Zikri fikri olmuştu ebedi:
‘Ben yoğum, ‘sen varsın sen’ ey bedi’
Hallerine bakıp ah eyledi
Sırlarından ince bir şey söyledi:
Nakkaş-ı ezel gergefinde nakışız
Rahman’ın basarında bir bakışız!
Güneşsiz gecedir suretimiz
Güneşli gözdür sîretimiz!
Olayın şahidi periler
Gördüklerini dediler:
Bülbülün son sözü
‘Ah min el-aşk’ oldu
Ol dem bülbül gayb oldu
Yerinde bir ışık peyda oldu
ELİF’İN HARFLERİ UYARMASI
Gündüz gidip gece gelince
İnsanlar evlerine gidince
Kütüphanede açıldı bir celse
Her kitap benlik davası güttü
Her harf dile gelip fikir yürüttü
Dediler: Bensiz acep ne olurdu âlem?
İnsanoğlu nasıl yazıp söylerdi kelam?
Elif bir köşede sessizce duruyordu
İddialı ve öfkeli sesleri dinliyordu
İş iyiden iyiye haddi aşınca
Elif’in lahavlesi tükenip sabrı taşınca
Nida edip cümlesini susturdu
Her birini yerli yerine oturttu
‘A kıt akıllılar!’ dedi.
Görmediğiniz için beni
Görüyorsunuz sadece nefsinizi!
Kati bilin; ben yarattım hepinizi!
Cümle harfler Elif’in farklı çizimi!
Her harfi iki ucundan tutup çekince
Kalmaz benliğiniz, görünürsünüz Elif’çe
Bensiz izah mümkünümdür sizi
Hangi harfe baksanız bulursunuz izimi
ب ت ث Tevekkül ehli Elif’tir
ج ح خ Başı omzunda riyazet ehli Elif’tir
د ذ ر ز Seher kumrusu ile hu çeker Elif’tir
س ش ص ض Yıldızları tefekküre dalmış Elif’tir
ط ظ Bismillah ile meşgul Elif’tir
ع غ Tahiyatla daim amelle kaim Elif’tir
ف ق Mahviyet ehli Elif’tir
ك Nizam ve intizama remz olmuş Elif’tir
ل Hikmetlere kanca olmuş Elif’tir
م Akıl ve vicdan kesilmiş Elif’tir
ن Elifin dahi aslını gösterir Elif’tir
و ه Dünya ve Ahret’i cami Elif’tir
ي Hayranlık ve hayretteki Elif’tir
Kimin var benden gayri bir özü
Benim sözümdür cümlenizin sözü
Her ne var âlemde bir Elif imiş
Bunca bilgi bir kîl u kâl imiş!
TANRI’NIN SIFATLA BİLİNMESİ
Nilüfer çiçeklerinin kaynaştığı bir gölün kenarında
Oturmuştu iki hekim salkım söğütlerin gölgesinde
Biri dedi: Bir şey söyle ki bir sıfat gözükmesin onda
Aşikâr olmasın manalar, bilinmesin dört bir yanda
Güneş ısıtır ve aydınlatır, nilüferler sarı ve mavidir
Elmalar kırmızı yanaklı, çamlar kavi, nefs havaidir
Diğeri tasdik etti: Sıfat, sıfatlayansız görünmez
Güneş ışıksız, Âdem ruhsuz, Tanrı sıfatsız bilinmez.
AŞK VURA AŞK
Aşk vura aşk, bulana alkana gönül
Razı ola ulaşa bin şana gönül
Yûsuf ola şarâb-ı aşk, kana gönül
Yakup ola nâr-ı hasret, yana gönül
Aşk elinden saçların hep yola gönül
Yolmayınca kanlı yaşla dola gönül
Ahlar çekip seherlerde güle gönül
Gül açıla, şad ola hem güle gönül
Zikr i aşkla teselliyi bula gönül
Başka sözle girmez asla yola gönül
VARLIĞIN HAKÎKATİ
Yıllarca seyyah olup âlemi gezdi
Varlığı anlamaktı derdi
Sezmedi değil bir şeyler de sezdi
Lakin her fani gibi bir gün o da döşeği serdi
Derler ya! Çıkmaz canda umut var
Dedi, Tanrım!
Yaşlı bedenim için beklemiyorum kâr
Biliyorsun ne çok sualim var
Kimsede olmadı yar
Göklerin abidliği
Bilemedi hayal mi yoksa rüya
Boşlukta bir seyyare idi güya
Kulağına takıldı bir ses
Gökteydi ve güneş veriyordu ders
Gezegenler dünya toplanmıştı bir araya
Derslik de benziyordu yıldızlı bir semaya
‘Ey vefalı dostlar!’ dedi güneş
Yoktu âlemde ona bir eş
‘Varlık nedir?’ bir cevap verin
Âdemin müşkülünü giderin
Dünya dedi:
‘Varlık, Tanrı’nın kelâmı
Şu mübarek insana bir selâmı.
Bakmaz mı insan bize, biz olduk abîd
Elif, Be, Te… gibi manamız sabit
Her ne işimiz var o taat
Evvelimiz ve ahirimiz saadet
Her birimiz Hakk’ın kelâmı
Kimse bilmedi ne yazdı Tanrı kalemi!
İlmin dışta vücut adını alması
Âdem nida etti ki geçmek olmaz bu faslı!
Yokluk mu hiçlik mi nedir varlığın aslı?
Güneş tebessümle âdeme baktı
Âdemin içine bir ışık aktı
Varlıktan öncesi varlıktır yine
Anlamak istersen nazar kıl ilmine
Tanrı ilminde sîret idin giydirdi sûret
Cümle mahlûkât sen gibi kelâm-ı kudret
Nefsine bak ki ‘Kalbin’ gaybın oldu
Şuhudunla bir âlem kuruldu!
Güneş dünyanın imarını gösterdi
‘Her ne ki var âdem yaptı’ dedi.
İlmini irade ve kudretle dünya kıldı
İnsan ki kendini bildi Tanrıyı bildi!
Âdemin ikrarı
Âdem yorgun gözlerini açtı
Gördüğü rüyaya şaştı
Dedi: Güneş bugün ne güzel ışık saçtı.
İnsansın madem
Korkma ey âdem!
Değişir ismin vasfın
Bâkidir hakîkatin.
ZAMAN
Zaman sadece bir an
Aynada gözüken yüz
Değişken biteviye sonsuz
Gece ve başlayan gündüz
Batanın ardı sıra doğan
Zaman sadece bir an
Zaman sadece bir an
Ağaran şafak ufku
Mavi ışıkla dolan deniz
Uzayan ikindi gölgesi
İstiridyelerle oynayan kız
Zaman sadece bir an
Zaman sadece bir an
Bir cephe askerinin
Göğsünde kanayan
Anne memesindeki ırmak
Saçakta ürkek güvercin
Zaman sadece bir an
Zaman sadece bir an
Bakan, gören ve görünen
Duvardaki çerçeve
Mahmur, şaşkın âdem gözü
Ezan sesi, yankı ve sükût
Zaman sadece bir an
SOSYAL ŞİİRLERİM
ALLAHUEKBER ŞEHİTLERİ
Bu dağlar Allahuekber!
Bu dağlar karlı boralı
Savurur her yana fırtınaları
Terli bedenleriyle asker ilerler
Süngü ve kılıçları cepheye bakar
Çamlara yaslı Mehmetçik kucağında
Bu dağlar Allahuekber!
Kar döşeklerinde uyur yorgun asker
Gün ve gece başını bekler
Dört mevsimi tek mevsimdir
Tek mevsimi Allahuekber
Bu dağlar Allahuekber!
Her kar tanesiyle bir melek iner
Yorgun gözkapaklarından öper
Ürperir Mehmetçik
Ana sanır, yâr sanır, evlat sanır
Bu dağlar Allahuekber!
Tanrı renkler arasından seçmiştir
Şehidin elbisesi kar beyazdır
Vicdanı kar, yâri kar, yorganı kardır
Bu dağlarda beyaz insanlar vardır
Bu dağlar Allahuekber!
Biz unutsak da unutmaz gökler ve yer
Rüzgâr çamların arasında gezip söyler
Ki, şehitlik Tanrı’nın sahiplendiği mezar
Şehitliklerde zaman lahutî bir nazar
Bu dağlar Allahuekber!
Şehitleri Tanrı’nın yakını
Allahuekber’i Tanrı
Şehitlerle kutsal kıldı
BİLGE İHTİYAR VE KÖYLÜ
Bilge bir ihtiyar vardı, bir dağ köyünde.
Oturmuştu tefekkür minderinde.
Çare arıyordu gafletine.
Akılsız köylünün derdi ise, çene çalacak bir arkadaştı.
Fütursuzca dalıp içeri, huzurdan etti bilgeyi.
“Hadi ey âlim! Çene çalalım biraz, hoş vakit geçirelim!”
Âlimin gözü uzamış ikindi gölgesindeydi.
Kızıl güneşi işaret edip, dedi:
“Sen hele şunu bir durdur!”
Köylü birden şaşırdı.
Bilge sözünü taşırdı:
“Durdur güneşi ki, çene çalalım!
Hangi gölü istersen, ona dalalım!
Ey akıllı! Hadi, kusuruma kalma.
Geçince elde edemeyeceğim şeyi benden alma.”
YAŞAMAK
Bir senfoni yazdı Tanrı
Katılımcı olsun istedi herkes
İçten, zevkle devinsin yaşam
Denizi ve gemiyi
Erkek ruhlar için yarattı Tanrı
Sevgisini yüreklerine attı
Rüzgârları saldı Tanrı
Şişirsinler diye yelkenlerini
Yakın etsinler ırağı
Coşkulu sularda hayatı gemi kıldı, Tanrı
Güverteye vuran dalgalarda ıslansınlar
Anlasınlar, ne demek insan olmak diye!
GAM YÜKLÜDÜR GEMİM
Susuz denizlerde kaldım, gam yüklüdür gemim
Nafile eser rüzgâr şişmez artık yelkenim
Günden güne devreder artar neden hayretim
Beyhude midir ümit, heba mı hep gayretim
Kuru yaprak misali tarumardır yıllarım
Yıpranıp solan hep hatırlar defterim
Gönlümde ateş yaksın diye bir yar gözlerim
Cevapsız ufka dalıp mahmur şarkı söylerim
Yakup meşrep bir zamane i ahir tal’âtım
Ah u vah ile geldi geçti garip hayatım
HUZUR ARIYOR KALBİM
Bildiğiniz gibi her şey Eminönü’nde
Egzoz dumanlı ihtiyar cadde ve sokaklar
Nefesler bira kokulu boyalı yine dudaklar
Vapurlarla giden martılarsa yine öyle, hava renginde
Yok yine de mülk-i saâdette bu şehrin denginde
Ne arıyoruz ve niçin bulamıyoruz bu şehirde
Git ve gel… huzura geçit vermiyor yollar
Şaşkın ördek hepsi, hepsi de benim gibi garip kullar
Ölüp gideceğiz her hal bu İstanbul âhenginde
Yok yine de mülk-i saâdette bu şehrin denginde
Biliyorum, kalbim aslında huzur arıyor
Heyye-alel-felâh çağrısı beni sarıyor
Yaşlı gözlerim sonsuz göklere ağıyor
İstanbul düşüyor yâdıma artık hayâl deminde
Yo k yine de mülk-i saâdette bu şehrin denginde
GÖNÜL FATİHİ…
Aydınlık bir mayıs sabahı
Yer gök neşeli
Bir yanda al yanaklı güller
Pembe dudaklı begonyalar
Diğer yanda mor tebessümlü leylaklar
Sırma saçlı sümbüller
Bir yanda Davut gibi sadâ bırakıyor semaya sofî yusufçuklar
Narin kumrular, ak pak martılar
Besbelli güzelliğin sırrı farklılıkta
Bir gönül fatihi var bu dünyada
Ötekine el veren ötekine gül!
TAKSİM MEYDANI’NDA
Polis dolu ortalık yine
Panzerler nara atıyor her yanda
Ateşli ellerde ‘şöyle böyle’ afişler
Öfkeyle sıkılmış dişler
Vitrin camları düşüyor yere bir bir
İnip kalkıyor sopalar ıslık çalarak
Birinden öbürsüne ana avrat
“Ya bizdensin ulan ya onlardan!”
Bir gönül fatihi var bu dünyada
Ötekine el veren ötekine gül!
Ben başkayım sen başkasın
ben de varım sen de varsın!..
Yaprak yüzünü güneşe dönmüş
Dal gövdeye tutunmuş
Gövde, kökle birleşmiş
Ana rahmi olmuş köke toprak
Ön yargısız bakınca tabiata
Herkes birbirine yoldaş
Ahmet gibi Mehmet gibi gardaş!
Bir gönül fatihi var bu dünyada
Ötekine el veren ötekine gül!
FİYAT VERMEYECEĞİM!
Kalabalıklar içinde tek başınayım
Gezdiriyorum avare gönlümü yine
Yorgun ıslıklar çalan
Vapurlar geçiyor Boğazdan
Mavi kıyılarda rüyaya yatmış
Ahşap köşklerden, beyaz yalılardan
Peri kahkahaları dökülüyor avuçlarıma
Kızgın güneşin altında işveli yine
Bebek’in bebekleri, kıyı afetleri
Yeşil yaprağın koynunda
Dudağını açmış taze incir
Kışkırtıcı bu gün dünya yine
Ne inciri, ne köşkü, ne yalısı kıymetli
Ne Bebek’in avradı yine
Hepsi de verdiğim değer kadar değerli
Avare bir bigâneyim, fakat
Yeryüzündeki en kıymetli şey benim
Üzgünüm! Fiyat vermeyeceğim
Değersiz bugün de dünya yine?
KAR GİBİ YÂR
Davul sesi geliyor
Tutmuş Dadaşlar yine bar
‘Ha yar zalım yâr!’
Havuzbaşı’nda
Beklediğim yâr
Yeşil çamlarda
Süt gibi taze kar
Kar gibi yâr
Alda sinene sar
Davul sesi geliyor
Tutmuş Dadaşlar yine bar
Haydi katıl
Sana da yer var
Havuzbaşı’nda
Beklediğim yâr
Başıma yağan kar
Kar gibi yâr
Alda sinene sar
BİR DERMANIN VAR MIDIR?
Bir meyhane dünya sarhoş gezer insan ve cin
Uyandıracak göz ü mahmuru bir dermanın var mıdır?
Her sevincin sonunu bekleyen bin gamdır?
Ya Rab! Her gama bir dermanın var mıdır?
Uzattım elim aşk kâdehine acep efsane midir?
Kılacak efsaneyi hakikat bir dermanın var mıdır?
Çıkmak için göğe Cibril, Burak, Refref gerektir
Vasıtasız kemâle bir dermanın var mıdır?
Ezelde takdir ettin nettiysen vallah sen ettin!
Edecek takdirini tebdil bir dermanın var mıdır?
Öğrendim bunca bilgi girmedi hakikat ele
Âlimi ârif kılacak bir dermanın var mıdır?
Ne varsa senden gayri gönlüme oldu sevgili
Seni kılacak ‘Yâr-i baki’ bir dermanın var mıdır?
FİL GEÇTİ KÖPRÜSÜ
Soruyorsun ya nasıldır diye Erzurum’da yaşam
Fil Geçti Köprüsü’nde olmalısın sen de bir akşam
O coşkulu kalabalığı görüp iki gözünle
Yüreğinle takdir etmelisin ki el yoktur bu şehirde
He gardaş! Aynı mahalleden aynı şehirdendir burada herkes
Dolaşmalısın aheste adımlarla eski Erzurum’da
Galın kaşlı heriflere, yaşmaklı nenelere selam vererek
Bir de türkü tutturmalısın ‘Hani yaylam hani senin ezelin’
Yorulunca çıkmalısın galaya semaver çayı içip
İzlemelisin günbatımını gün görmüş güller görmüş galadan
Ufkun nasıl tutuşup yandığını görmelisin alevden
He gardaş! Rabbim saklasın bu şehri her türlü beladan
Yakutiye parkında kumruların hu hu’larına kalbin açıp
Lalapaşa’da Hafız Suat’ın Saba Ezanını dinlemelisin
Varıp öğlenden sonra Nail Ustanın Hemşin’ine
Sıcak künefe yiyip hicaz şarkılarda yıkanmalısın
He gardaş! Uzun gecelerde ise Baltahane’ye dadanıp
Seyretmelisin avamın havasın kelam mücadelesini
Dağ suyu gibi coşkun, berrak sesi yankılanır
Eski Bey konaklarından Tatyan Ustası Raci Paşanın:
“Erzurum kilidi mülk-i İslam’ın”
Açılmışken laf İslam’dan, söz etmeliyiz elbet
Bat pazarındaki türbe yeşili dükkândan
Kitapçı Nesimi’nin yüzündeki nuru görmedinse köşe-i vahdetten
Zikrullahın âdeme n’ettiğini nerden bileceksin?
He gardaş! Göl yeridir; Rabbin sırrı eksik değildir bu şehirden.
Soruyorsun ya nasıldır diye Erzurum’da yaşam
Fil Geçti Köprüsü’nde olmalısın sen de bir akşam
O coşkulu kalabalığı görüp iki gözünle
Yüreğinle takdir etmelisin ki el yoktur bu şehirde
He gardaş! Aynı mahalleden aynı şehirdendir burada herkes.
BİLMEDİM
Veda bulutlarında mendil ıslattım ardın sıra
Mendilimdeki ıslaklığın sen olduğunu bilmedim
Kâğıtlar dolusu şarkı yazdım türkü çığırdım
Yazanın sen dinleyenin sen olduğunu bilmedim
Yükseldi bahçemden dört mevsim neşe ve keder
Ahın sen kahkahanın sen olduğunu bilmedim
Leyla Leyla diye çağırdım Mecnun’u oldum çöllerin
Leylanın sen çöllerin sen olduğunu bilmedim
Yaşadım her mevsimi sende, her mevsim ‘sevgili hayat’
Bilemedim boynumdaki kolları sen, sarhoştum bilmedim
ÖLÜM
Her yerdedir ölüm
Ve her anda
Rüzgâr onun sesi
Gül onun rengi
Bir potadır ki
Şekilsiz kılar her şekli
Her yerdedir ölüm
Ve her anda
Siyah bir bulut gibi
Sarı bir Eylül belki
Bir çakıl taşı ya da
Deniz kabuğu kıyıda
Her yerdedir ölüm
Ve her anda
Onun adıdır gece
Gündüz ondan bilmece
Aşikâr ya gizlice
Ne gelir o gelince
Her yerdedir ölüm
Ve her anda
Dört mevsim köşe bucak
Irmaklar ona akacak
Yer yoktur ki kaçacak
Ya bir umut, dönüp bakacak
Her yerdedir ölüm
Ve her anda
Gülen çocuk onundur
Her güzelin baktığı
Ayna odur
Onda erir bütün şekiller
HERKES YALNIZ GÖRÜR RÜYASINI
Bir adam
Yazıyor çalakalem
Bakmıyor ne sağa ne sola
Umurunda değil el âlem
Dalmış kendi dünyasına
Toz kondurmaz hülyasına
Baktım durdum görür belki
Ortak kılar rüyasına
Kaldırdı tasalı başını
Saklamadı gözyaşını
Üzgünüm dostum dedi
Herkes yalnız görür rüyasını
SONBAR
Gök mavi
Tabiat yeşil
Güneş sarı
Allah
Neşe içinde
Var etti baharı
Durmadı
Çiçekten çiçeğe
Gezdi arı
Günler
Günü sürdü
Dallar gösterdi
Sonbaharı
KARGA
Dışarıda bir deli bahar
Çamların arasından süzülüyor güneş
Taze çimlerin üzerine yayılmış
Kargalar, günlük geçim telâşında
Dikkatimi çekti bir karakarga
Sıkıştırmıştı gagasına kabuklu bir tane
Yere bırakıp ayağıyla üzerine bastı
Boz tüylü boynunu çekiç gibi salladı
Kırdı nihayet onu ve afiyetle yedi
Bir gagası vardı karganın
Bir kara gagayla bir dünya kurdu
Evinin çalılarını onunla taşıdı
Parlak sigara jelatinini onunla açtı
Her yana baktı, kuru her yaprağın altına
Söğüdün dibine yuvarlanan
Siyah naylon poşete bile
Tuhaf olan şu ki; buldu ihtiyacı olanı
Kargaların arasındaydı
İki eli vardı iki de ayağı
İrice bir bedeni, üstüne üstlük aklı
Trafo binasına dayamıştı sırtını
Tekirdağ şarabı içiyor, sigarasını telliyordu
Üstüne üstlük aklı da kesmezdi karganın
Kendi aklının kestiği kadar
Bu bana ders olsun dedi
Karga kadar gayretim olsun da
Mümkün mü hiç aşım ekmeğim olmasın?
ÇİÇEK
Yakamozlu mavi bir deniz
Yahut Tanrı’nın
Gülümsemesidir çiçek
Dingin ve riyasız
Güneş gibi ısıtan
Bir çocuk yüzü
Baktığın gibi bakan
Ayna gibi realist
HECE VEZNİYLE YAZILMIŞ ŞİİRLERİM
KALMAZ YERDE AHIMIZ BİL!
Susuz bırak kovamızı
Çöle döndür ovamızı
Tanrı görür davamızı
Kalmaz yerde ahımız bil
İnsanlar yanıp kül olsun
Evi barkı tuz buz olsun
Zulüm yap yanan kâr kalsın
Kalmaz yerde ahımız bil
Yerden ateş gökten ateş
Gıdan alev suyun ateş
Petrol olmuş sana fetiş
Kalmaz yerde ahımız bil
Sabi sübyan ciğer yakan
İnsan mı ki o kan döken
Sevgi söküp nefret eken
Kalmaz yerde ahımız bil
Derdin davan hepsi akçe
Tankın topun olmuş kepçe
Sen sanma ki kurur bahçe
Kalmaz yerde ahımız bil
Yâr olur mu hiç âhüzâr
Kasanda durur mu bu kâr
Dünya olmaz ukbası var
Kalmaz yerde ahımız bil
Sen kırdıkça biz ekeriz
Yok olmayız kök salarız
Bir gün yakanı tutarız
Kalmaz yerde ahımız bil
Büyütür çok Rabbim bizi
Cehenneme koyar sizi
Döversiniz orda dizi
Kalmaz yerde ahımız bil
ŞARKI/2
Yaprak düşer, kuşlar göçer, nafile
Bakar mahzun, dönmez yoldan kafile.
Bulut misal, yürür hayat, saf ile
Gelip geçer, dönmez yoldan kafile.
Hayat keman, nağme keder, laf ile
Çalar garip, dönmez yoldan kafile.
Neler söyler, şaşar taşar, gaf ile
Hüzne dalar, dönmez yoldan kafile.
KALK KERVANCI!
Kalk kervancı şafak söktü
Ufuklara hüzün çöktü
Gönül bağı hazan döktü
Yâr yolundan kaldık aman!
Kalk kervancı şafak söktü
Aşılmaz yol belim büktü
Umut kuşum şaşıp ürktü
Yar yolundan kaldık aman!
Kalk kervancı şafak söktü
Baht yıldızı ele güldü
Âşıklar hep yolda öldü
Yar yolundan kaldık aman!
ÇARE DOKTOR!
Herif zatlar şerif oldu
Şerife itibar yoktur
Kötü iyiye denk oldu
İyiye itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
Cahil âlime denk oldu
Âlime itibar yoktur
Zalim dünyaya baş oldu
Adile itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
Ekip biçmek ‘hekât’ oldu
Rençpere itibar yoktur
Faiz, repo makbul oldu
Emeğe itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
Bağ bozulup beton oldu
Bahçeye itibar yoktur
Patika yol cadde oldu
Caddeye itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
İnkâr imana denk oldu
İmana itibar yoktur
Medyum akla rehber oldu
Akıla itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
Erkek adam kadın oldu
Erkeğe itibar yoktur
TV’lere sapık doldu
Normale itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
Starlar bir ilâh oldu
İlâha itibar yoktur
Statlar hep mabet oldu
Mabede itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
Rakı, viski makbul oldu
Ak süte itibar yoktur
Kahve birahane oldu
Kahveye itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
Milletimiz ‘halklar’ oldu
Millete itibar yoktur
Devletimiz şirket oldu
Devlete itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
Tal’at ahir zaman oldu
Zamana itibar yoktur
Gaflet coşup derya oldu
Tövbeye itibar yoktur
Bu derde bir çare doktor
A KIZIM!
Kalem alır kaşın gözün yazarsın
Sırma saçın ince ince tararsın
Kime öyle alttan alta bakarsın
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
Kendini kendine ilâh yaparsın
Kemalin yok, cemaline taparsın
Siret suret olur sen de şaşarsın
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
Bahar bâki kalmaz kışa göçersin
Anadan babadan yardan geçersin
Ne ekersen deste deste biçersin
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
Nisan çayı gibi durmaz çağlarsın
Hep gülecen sanma nice ağlarsın
Al yeşil çekilir kara bağlarsın
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
Âleme tan eder gafil gezersin
Talât niçin söyler gülü üzersin
Yaklaşan guruba bakıp sezersin
Bel bağlanmaz bu feleğe a kızım!
HAYAT
Gerçekten bir masal gibi
Bir varmış bir de yokmuş
Doğar batar insanoğlu
Bir vakitlik güneş gibi
Nedir ki yaşamak sahi
Yiyip içmek gezip tozmak
Avuçtaki musluk suyu
Kayıp gider bir an gibi.
Fani her ne varsa fani
Onca gelen nerde, hani?
Yine de yaşadık yani!
Tatlı rüya görmüş gibi
Ölenlerden öğrendik ki
Ölmez olan muhabbetmiş
O da vicdan tesellisi
Bir çocuğun yüzü gibi
BAHTI KARA
Tabiata bakan gözler
Okur onda nice sözler
Ayla yıldız bunca söyler
Duymayanın bahtı kara
Ara insanoğlu ara
Sapma sakın sağa sola
İstikamet lazım kula
Yolsuzların bahtı kara
Güller açar gonca gonca
Öbek öbek nimet şunca
İbadet edelim kulca
Namazsızın bahtı kara
Gelen gider dünya fani
Gönülde kalır hayali
Eşin aşın kaşın hani
Gafillerin bahtı kara
Dertlerimi yazdın kara
Tabip gerek yaram sara
Baht odur ki tahta vara
Varmayanın bahtı kara
Sürüp durma kıratını
Dökme o gül suratını
Mevla verir muradını
Muratsızın bahtı kara
Talât ömür bir gün biter
Varın yoğun elbet gider
Allah bilen gayri nider
Bilmeyenin bahtı kara
KADER
Kâtipsiz bir kitap olmaz
Kâtip Allah, âlem kitap
Yakan yoksa ışık yanmaz
Başka söze kalbim kanmaz
Dal kalır mı acep gülsüz
Ebkem olur dilsiz hitap
Dizen yoksa düzen olmaz
Başka söze kalbim kanmaz
Yüce dağlar olur dümdüz
Gücün varsa sen bir dağ yap
Halik yapmış gece gündüz
Başka söze kalbim kanmaz
Gözün görür kalbin görmez
Körlüğü at, Rabbi’ne tap
Gafil gezen Hakk’ı bulmaz
Başka söze kalbim kanmaz
Olur mu hayat hayatsız
Hay’dan çıkıp Hu’ya gidip
Yok bir nesne kim sahipsiz
Başka söze kalbim kanmaz
Talat olma sen edepsiz
Taç imiş ezelden edep
Ölmez insan bir sebepsiz
Başka söze kalbim kanmaz
GELMEZLER
Selam nedir, kelam nedir, bilmezler
Mendil alıp akan yaşım silmezler
Büyük nedir, küçük nedir, tınmazlar
Adam diye madam diye gezen çok
Bayram olur, seyran olur, gelmezler
Tabip olup bir yaramı sarmazlar
Ölüm olsa toprağımı kazmazlar
Adam diye madam diye gezen çok
Yüze bakıp güneş gibi gülmezler
Yağmur olup bahçe bağa yağmazlar
Duyar duymaz, görür görmez, sevmezler
Adam diye madam diye gezen çok
Talat şaşar, yaşar yaşar, doymazlar
Gelen gider, kimse kalmaz, görmezler
Sabah akşam davul çalsan, duymazlar
Adam diye madam diye gezen çok
NE RENKTEDİR?
Allah yârim, hiç gam yemem
Dertler var ki ele demem
Hâlik’ten gayrısın bilmem
Gör ki aslın ne renktedir
Yaşamak zehirli baldır
Saydıkların ham hayaldir
Hele şu perdeyi kaldır
Gör ki aslın ne renktedir
Bir ile başladı hayat
Bir’den gelir cümle memat
Söylediğim sözü fehmet
Gör ki aslın ne renktedir
Sıfat, isim, Onun billâh
Sevdiğin şeydedir Allah
Cümlenin zikri illallah
Gör ki aslın ne renktedir
İsim, sıfat oldu perde
Talat bulur seni nerde?
Ya Rab! Hidayet bu derde
Gör ki aslın ne renktedir
HAYAL DÜNYASI
Hayal dünyasına dalıp
Çok gemiler yüzdürürsün
Gün olur limana gelip
Elalemi güldürürsün
Gezersin çok seyyah olup
Kıratını koşturursun
Ferhat misal dağlar delip
Elalemi güldürürsün
Haller gördüm şöyle garip
Hikâyeler uydurursun
Hakikat önünden kaçıp
Elalemi güldürürsün
Şiir, gazel, türkü diyip
Takvimleri eritirsin
Aşını ellerde yiyip
Elalemi güldürürsün
Budur dersin canım şarap
Canı candan bezdirirsin
Dosta gelir halin harap
Elalemi güldürürsün
Talat, yar ola derde tabip
Boş dert ile övünürsün
Dostumdur dersin ol, Habip
Elalemi güldürürsün
GÖZ ALAN NAKIŞ
Yapraklı, çiçekli meyveli bahçen
Elmalı, armutlu, sırmalı bohçan
Altınlı, elmaslı, incili akçen
Kâinat ebruli göz alan nakış
Güneşin, yıldızın, bunca bir emek
Kuluna hediyen bu nasıl sevmek
Nergisin, süsenin, gülün, ne demek?
Kâinat ebruli göz alan nakış
Heybetin, kudretin, hikmetin, Zahir
Rahmetin, şefkatin, ikramın, bahir
Celâlin, Cemalin, görülür, Ahir
Kâinat ebruli göz alan nakış
Halik’tan mahlûka sırlı bir bakış
Ezelden ebede sürer bu akış
Narından Nuruna bu kutlu varış
Kâinat ebruli göz alan nakış
Dağların, bağların, Zat’ına delil
Haşmetin, izzetin, gösterir, Celil
Talat’ın mabudu sensin, Ey Vekil
Kâinat ebruli göz alan nakış
ŞARKI/1
Senin bana vefan yok mu, neylersin
Dağda bağda niçin gönül eylersin
Bugün diye yarın diye söylersin
Günler geçer aylar geçer gelmezsin
Gönül arzu eder yare bezenir
Kuru dalda çiçek misal göverir
Mevsim geçer ömür kışa özenir
Günler geçer aylar geçer gelmezsin
YAZIK OLSUN
Gözü yaşla dolmayan
Yaprak gibi solmayan
Ahı vahı olmayan
Adama yazık olsun
Bir mum gibi yanmayan
Arayıp da bulmayan
Allah deyip kanmayan
Adama yazık olsun
Varın yoğa salmayan
Aşk gölüne dalmayan
Düşen gülü almayan
Adama yazık olsun
Nefse asi olmayan
Köpek sayıp kovmayan
Küfür yoldan sapmayan
Adama yazık olsun
Talat Hakka bakmayan
Bulut olup akmayan
Yağmur olup yağmayan
Adama yazık olsun
SEVGİLİ PEYGAMBERİM
Âlemlere rahmetsin
Sevgili Peygamberim
Ahmetsin Muhammedsin
Sevgili Peygamberim
Allah’ın sevdiğisin
Sevgili Peygamberim
Varlığa müsebbipsin
Sevgili Peygamberim
Ümmetin baş tacısın
Sevgili Peygamberim
Du âlem sultanısın
Sevgili Peygamberim
Dört kitaba manasın
Sevgili Peygamberim
İns ü Cin’e rehbersin
Sevgili Peygamberim
Cebrail’e yoldaşsın
Sevgili Peygamberim
Meleklere kardeşsin
Sevgili Peygamberim
Güneşsin, semadasın
Sevgili Peygamberim
Talat’ın ışığısın
Sevgili Peygamberim
NE BİLSİN BUNU DAĞLAR?
Ses veren yüce dağlar
Anamdır yağar çağlar
Yarama merhem bağlar
Ne bilisin bunu hamlar
Arkamda durur, serhat
Dağlarım deler, Ferhat
Yolumda ölür rahat
Ne bilsin bunu hamlar
Uzaktan beni görür
Rüzgâra siper olur
Görmezse koklar bulur
Ne bilsin bunu hamlar
Anamdır gözüm nuru
Melekten özge huyu
İçi dışı dupduru
Ne bilsin bunu hamlar
Hayata oldu mana
Verildi Cennet ona
Vefada kaldı bana
Ne bilsin bunu hamlar
Boş yere gezme diyar
Bulunmaz başka bir yar
Anadır bize miyar
Ne bilsin bunu hamlar
Anadan önce anma
Elleri candan sanma
Dost bilip sakın kanma
Ne bilsin bunu hamlar
AYNI RESME BAKAR İNSAN
Soğuk dağlar kara bağlar
Dertli çoban söyler ağlar
Dinler dere durmaz çağlar
Aynı resme bakar insan
Bilmecedir akıl almaz
Hüşyar ruhlar gama dalmaz
Sıkı tutar ipin salmaz
Aynı resme bakar insan
Aynı resme bakar insan
Gördüğüne hali nisyan
İnsanda gözükür isyan
Aynı resme bakar insan
Gelen gider kimse kalmaz
İbret alan dönüp bakmaz
Dünyayı bir pula almaz
Aynı resme bakar insan
Öğrendi artık haniyi?
Talat istemez faniyi
Dünya sever enayiyi
Aynı resme bakar insan