Home

image

Allah’ın takdiri sorgulanamaz!

اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ

Rabbinden sana indirilene uy. O’ndan başka tanrı yoktur. Ortak koşanlardan da yüz çevir.” (En’âm 106)

Allah Teâlâ’nın takdiri sorgulanamaz; neyi nasıl dilemişse öyle yapmıştır ve elân öyle yapmaktadır. En’âm suresi doksan altıncı âyette şöyle denilmektedir: O, tan attırıp sabah çıkaran, geceyi bir dinlenme zamanı kılan, güneşi ve ayı da birer hesap nişanı yapandır; işte bu Azîz ve Âlim’in takdiridir.” O halde her varlık, bizzat kendi nefsi olduğu gibi, bağlı olduğu tabiî sistem itibarîyle, Allah’ın koyduğu bir hesaba göre varoluşunu gerçekleştirmektedir. Varlıklar, kendilerine indirilene tabidir; başka bir şey olamazlar; elma elmadır, serçe serçe, insan insan ve aslan da aslandır. Bu tabiî durumun değişmezliği göstermektedir ki, varlıkta, varlığın tabi olduğu kanunlar itibariyle, başka Tanrı yoktur. Hiçbir şey Allah’ın düzenine ortak olamaz. Olsaydı her şeyin kararı bozulur ve ortada bir düzen kalmazdı.

En’âm suresi doksan yedinci âyette ise, “Hem odur, o ki karada ve denizde yolu doğrultmanız için size yıldızları sebep kılmıştır, hakikat ilim ehli olanlar için âyetleri tafsil eyledik” buyrulmaktadır. Dünya ve kâinat insan içinde kaybolacak kadar geniştir. Fakat Allah’ın bir nizam içinde yarattığı semalarda yıldızlar insana yol gösterir. Hiçbir gök cismi bulunduğu yerde rastgele bulunmuyor. Gök cisimleri konumlarına ince hesaplarla yerleştirilmiştir. Böylece insana kılavuzluk eden birer sabite haline gelmişlerdir.

En’âm suresi doksan sekizinci âyette ise kâinattan insana geçiliyor ve insanın hilkatine dikkat çekiliyor: “Hem odur, o ki sizi bir tek nefisten halk etti, demek bir müstakar (sabit yer) bir de müstevda (geçici yer) var. Biz ayetlerimizi anlayan kimseler için açıkça bildirdik.” Nasıl yerin ve göklerin bir hilkati ve bir ‘varlık alanı’ varsa, insanın da gerek hilkati gerekse hem bu dünyada, hem uzayda, hem ervah âliminde ve hatta ahret âleminde menzilleri, kalacağı geçici ve sabit yerleri vardır. Tüm bu durumlar da dakik hesaplara tabi olarak cereyan etmektedir.

Bir önceki yazıda vurguladığımız üzere, nasıl çekirdek, tohum ve nutfe seviyesindeyken varlık bir fıtrata/hesaba göre, bir halden bir hale geçiyorsa, aynı şekilde, bir hesaba göre değişim evrelerini de aşıp kemale ermektedir. İnsan, melek, cin, şeytan, hayvan ve bitki… varlık, normal şartlarda, varoluş süreçlerini tanzim edilmiş mertebeler şeklinde tamamlamaktadır. En’âm suresi doksan dokuzuncu âyette bu husus şekilde nazara verilmiştir: O, gökten suları yağdırandır; işte Biz bu yolla her türlü canlı bitkiyi yetiştirdik ve bundan çimenleri yeşerttik. Yine bundan birbirine yapışık büyüyen tahıl tanelerini yetiştiririz ve hurma ağacının tomurcuğundan sık salkımlı hurmalar; asma bahçeleri ve zeytin ağacı ve nar: Hepsi birbirine çok benzeyen ve birbirinden çok farklı! Mahsul verdiği ve olgunlaştığı zaman onların meyvesine bakın! Şüphesiz bütün bunlarda inanacak insanlar için mesajlar vardır!”

Sonuç: Bu muazzam düzen birçok insanın kafasını karıştırmış, cinleri, melekleri ve hatta putları bu düzenin arkasındaki kuvvetin ve ilmin kaynağı görenler çıkmıştır. Bugün de bu zihniyetteki insanlar eksik değildir. Oysa varlık Allah’ın bedii bir sanatıdır: Allah’ın sahibi yoktur; fakat O bütün varlığın sahibidir. Her varlığın mahiyetini, niçinini O bilir. Ancak Allah insana, varlıklara basiretle bakma yetkisini vermiştir; basiret sahipleri varlıkta Hakk’ı ayan beyan görürler. Bu görme fiili insana bir idrak kazandırır ve kemalini artırır. En’âm suresinin 101-104’ncü ayetlerinde konu şu şekilde ilerletilir: Bir de tuttular Allah’a Cinleri şerik koştular, hâlbuki O onları yarattı, bundan başka O’na oğullar ve kızlar saçmaladılar, ne dediklerini bildikleri yok, onun Zat-ı sübhanîsi semavât ve yerin mübdii, ona çocuk nasıl tasavvur edilir? Ki, bir eşi bulunmak mümkün değil, o her şeyi yaratmış ve her şeye âlimdir.”; “İşte Rabbiniz Allah; ondan başka tapacak yok. Her şeyi halk eden odur, ancak ona kulluk edin ve her şeyi gözetip koruyan odur.”; “Gözler O’nu idrak edemez; O gözleri idrak eder. O, latiftir, haberdardır.”; “Gerçek şu ki size Rabbinizden basiret gelmiştir. Kim basiretle görürse kendi lehine, kim de kör olursa kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim.”

M, Talat Uzunyaylalı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s