Home

490-298

Kör olan göz değil, kalptir!

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’râf Suresi 179)

 

Daha öncede paylaşmıştım ancak manalı bir izah olduğu için tekrar ediyorum. Mesnevi’de şöyle bir hikâye anlatılır: Müridin biri bir ev yaptırır ve şeyihini yeni evine davet eder. Şeyh yeni evi gezer. Bir pencere önünde durur ve müride sorar:

-“Bu pencere ne içindir?”

-“Efendim! Eve ışık gelmesi ve dışarıyı görmek içindir.”

Şeyh ona bakıp şu hikmetli sözü söyler:

-“Pencere öncelikle ezan sesini işitmek için olmalıdır!”

 Bir kişi düşünelim ki beş duyusu da sapasağlamdır, fakat ne azanı duyuyor, ne oruca kulak asıyor, ne hac aklına geliyor, ne zekat ve sadaka veriyor… Böyle bir kişi imandan ve amelden habersiz demektir. Onun kalıbı ne kadar güzel olursa olsun kalbi aydınlanmamıştır; beş duyusuyla elde ettiği varlık bilgisini değerlendirmekten mahrumdur. Ayetin son kısmında denildiği gibi; ‘İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.’

Rabbimiz bedenimizi ruhumuza ev yapmıştır; bu eve pencere ve kapı hükmünde özellikler yerleştirmiştir. Mesela her kişiye iki göz verilmiştir ki o iki gözle bakıp varlığı görebilsin. Kulak kapısı varlıkların seslerini analiz eder; güzel sesi çirkin sesi ayırır; kısık sesi ve yüksek sesi, sağlıklı yahut hasta birinin sesini anlar. Burun kapısı varlıkların kokularını tanır, bilir. Kendisine yaklaştırılan şeyleri görmese bile kokularından onların ne olduğunu çıkarır. Ağız kapısından girilince dil bekçisiyle karşılaşılır. O bir et parçasıdır; fakat bütün tatları, lezzetleri tanır. Kendisiyle buluşan her şey hakkında derhal bir hüküm üretir; ekşidir, tatlıdır, soğuktur, sıcaktır… Hiçbir nesne halini dilden saklayamaz!  Yahut tatlarından yola çıkıp baldır, süttür, tereyağıdır,  maydanozdur, nanedir… der ve böylece her varlığın tadını, lezzetini, türünü maharetle bilir. Bozulmuş olanı ise derhal fark eder ve tükürerek dışarı atar. Temas hissi ise tüm bedene aittir: Elimizle, ayağımızla, vücudumuzla dokunarak bu serttir, bu yumuşaktır, bu topraktır, bu taştır, bu yündür, bu sudur… deriz. Fakat tüm bu akli faaliyeti gerçekte hislerimiz mi yapmaktadır? Tabii ki hayır!

Ayette geçen ‘lehum kulûbun lâ yefkahûne…’ ‘Onların kalpleri vardır, fakat fıkhetmezler. (doğru şekilde anlamazlar)’ ifadesindeki kalp sözcüğü insan ruhuna raci bir ifadedir. Kalp; yürek, gönül manalarını da tazammun eder. Kalp ruh-i insanî demektir ve imanın merkezidir. Öyle ise beş duyu marifetiyle kalbe ulaşan verilere iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış, temiz pis, acı tatlı vb. diyen duyu organları değil, kalptir. Kalp varlık hakkında hükümler verirken paradigma kullanır. Eğer kalbin paradigması Kuranî nurlarla teşekkül etmişse beş duyunun gönderdiği her veri iman paradigmasına göre bir mana kazanacaktır. Beş duyunun gönderdiği veriyi iman nurundan mahrum bir kalbin doğru bir şekilde analiz etme şansı ise olmayacaktır. Terazisi bozuk olan nasıl doğru tartabilir? Kalbi iman ışığıyla aydınlanmamış kişide ne helal anlayışı olacaktır ne da haram anlayışı. Böyle bir kişi afiyetle bir köpeği de yiyebilir bir kediyi de! İçki uyuşturucu ona zevk ve eğlence sağlıyorsa, sorun yoktur, her türlü içkiyi tadabilir ve her türlü uyuşturucuyu kullanabilir. Cinsel tercihleri vb. halleri hep bu misal üzeredir. Oysa imanla aydınlanmış bir kalbin akıl, vicdan, insaf, gibi özellikleri vardır. Bu özellikler kişinin duygu, düşünce, tutum ve davranışında gözükür, ahlaka ve adalete imkan verir.

İşte ayette onların kalbi vardır, fakat ‘fıkıh’ edemezler ifadesi bize gösteriyor ki, doğru anlama, derin düşünme, ince kavrayış, bir şeyin maddi ve manevi yapısı hakkında doğru bilgi elde etmek, bir şeyin hakkını hukukunu teslim etmek, ancak iman ışığıyla aydınlanmış bir kalbin ameli olabilecektir.  Ondan sonradır ki kulak ve göz ezanı işitmek için pencereden minareyi gözetecektir. Kişi de kalp aydınlanması olduğunun delili onun ahlaki ve adil davranışlar ortaya koyabilmesinde gözükür. Kişi kendini beş duyusundan gelen verilerin akışına salmıyor, seleyi sele vermiyorsa, o evin pencerelerinin ve kapılarının ardında  bir mürit değil, artık bir şeyh yaşıyor demektir.

Sonuç: “(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hacc 46)

M.Talât Uzunyaylalı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s