Peygamberlerin izinden gitmek!
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ
“Biz onun da duasını kabul ettik ve ona Yahya’yı verdik; eşini de kendisi için elverişli kıldık. Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler.” (Enbiya 90)
Rabbimizin ve ahretin sesi olan peygamberlerin görevi, insanların ruhlarını tutundukları üretilmiş değerlerin tutsaklığından kurtarıp vahyin aydınlığına kavuşturmaktır.
Peygamberler, gönderildikleri kavimlere, onları dünyada ve ahrette kurtuluşa götürecek vahyi tebliğ ve tatbik ettiler. Vahye muhatap olmamış toplumludaki insanın nefsi, şeytanlık mertebesi olan, ‘nefs-i emmara (kötülüğü emreden nefs)’ mertebesidir. Peygamber, Allah’ı ve ahreti tanımayan bu nefse, Yaratıcısını ve akıbetini öğretir. Eğer, bu telkin muhatabında makes bulursa iman ışığı kalbin karanlık vadilerini aydınlatmaya başlar. O zaman, kişinin nefsi, bir kademe yükselir ve nefs-i levvame (kendini kınayan nefis) mertebesine ulaşır. Vahiy ulaşmış kişi, yüreğinde ve aklında doğmuş iman nurunun aydınlığında, iyiyi kötüyü, helalı haramı öğrenmiş ve kendini murakabeye başlamıştır. Bu mertebeye erişen insan, nefs-i emmaresinin değil, peygamberin izinden giderek, o da artık Rabbine karşı saygı ve umutla dolmuş, etrafına karşı, -su ve güneş gibi-, hayrın bir aleti olmuştur. Bu mahiyetteki insan zuhur edince, dünya, Kuran’da belirtilen, Hakk’ın Halifelerinden birini daha kazanmıştır, denilebilir.
Ne var ki, sevgili atamız, Âdem (as)’dan başlayarak, kalbimizin ışığı Hazreti Muhammed (sav)’e kadar gelen peygamberlerin ekserisi, kavimleri tarafından baskı altına alınmış, hayatları, kendilerine âdeta zindan edilerek, çeşitli sıkıntılara duçar kılınmışlardır. Bunun temel nedeni peygamberlerin kurulu düzeni Allah adına değiştirmek ve yeni ilahî bir değerler dizisi kabul ettirmek üzere hareket etmeleri olmuştur. Peygamberlerin muhatap oldukları ağır sıkıntıların çoğu bu sebeple toplumsaldır; siyasi, ekonomik, kültürel aidiyet hissiyle ilahî mesajın çelişmesi ve çatışmasının bir sonucudur. İlahî mesajı ve peygamberleri anlayamayan bazı kavimler, peygamberlerini, kurulu düzene karşı kumpas kuran kişiler olarak değerlendirmiş, onları, krallık, kadın ve para peşinde, şiir ve sihir gücüne sahip, tehlikeli kimseler olarak görmüş ve göstermişlerdir.
Tebliğin güneş varı ışığından rahatsız olanların saklandıkları nefs-i emmarenin karanlık mahzenlerinde ürettikleri o ürkütücü vesveseler ve tutundukları fasit itikat, onların her birini kan emen bir yarasa kılmış, sîreten ve sûreten temiz peygamberlere ve onların tebliğ ettiği ilahî kelama, azılı düşman etmiştir. Nitekim Ad, Lut ve Semud kavimlerinde görüldüğü gibi, Yahudi milletinde de somutlaşan, bu, ürkütücü karanlığa sinmiş, ilkel ve habis ruh sahipleri, nefsin şeytaniyet mertebesinden kurtulamadıklarından, Hazreti Zekeriya’nın ve oğlu Hazreti Yahya’nın, masum kanlarını dökmekten bile imtina etmemişlerdir.
Sonuç: Enbiyâ suresi ayetlerinde, Hz. İbrahim’den başlayarak; Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Lût, Hz. Nuh, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Eyyûb, Hz. İsmail, Hz. İdris, Hz. Zülkifl, Hz. Zünnûn, Hz. Yunus, Hz. Zekeriyya, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in kıssaları anlatılmıştır. Peygamberlerin vahyi tebliğ ederken maruz kaldıkları hadiseler ve gördükleri ilahî yardım bu surede zikredilmiştir. Surenin mesaj ise, evrenseldir. Bugün de, kâinat gibi, vahyin temsilcisi olanlar; güneş gibi, Rabbimizin himayesindedir, inşallah.
M.Talât Uzunyaylalı