Amerika’dan değil, şirk toplumu olmaktan korkmalıdır!
فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
“Ama onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve değerli bir yerden (vatan) çıkardık.” (Şu’arâ 57,58)
Firavun’un canını ve iktidarını kaybetmesine şirk inancı sebep oldu. O, putlara tapıyordu ve ayna zamanda kendini de tanrı olarak görüyordu. Şirk, genel bir anlatımla, haşa, Allah’ın ve Onun Yüce Kitabı Kuran’ın alternatifi olduğunu düşünmektir! Şirkin sözlük manası ortak demektir. Kuran terimi olarak şirk, Allah’ın tekliğini kabul etmeyip ona herhangi bir şeyi veya kimseyi ya da ideolojik ve felsefi bir kavramı ortak koşmaktır. Şirk, Allah Teâlâ’nın Zâtına karşı yapılabildiği gibi, Onun Kuran dinine ekleme, çıkarma yapmak da şirktir. Bir şeyi Kuran’dan üstün tutmak yahut Kuran’dan daha fazla önem vermek birer şirk örneğidir.
Allahü Teâlâ’ya maddî ve manevî herhangi bir şeyi ortak koşmak, Ona oğul, eş vb. isnatlarda bulunmak, Allah’ın tekliğini inkârdır. Kuran’ın ifadesiyle bu tutum ve davranışlar şirki meydana getirir. Şirk, Kuran’da, en derin bir sapıklık olarak tanımlanmıştır: “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah’a ortak koşan, muhakkak ki derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisâ 116) Hz. Lokman’da oğluna şu öğüdü vermiştir: “Ey oğlum! Allah’a şirk koşma! Zira şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman 13)
Peygamber gönderilen toplumlardaki temel hastalık işte bu şirk psikolojisi ve sosyolojisinin o toplumun aklını ve vicdanını ele geçirmesi ve bulutlu havanın güneşi göstermemesi gibi, ilahî gerçeği örtüp gizlemesidir. Kuran’da şirk karanlığı yüzünden helâk oldukları bildirilen kavimlerin ortak günahı, vazgeçmek istemedikleri bu şirk karanlığından çıkmak istememeleriydi. “Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler halkı (Lût kavmi) hep o günahı (şirki) işlediler.” (Hâkka 9)
Kuran’da isimleri zikredilen ve helâk edildikleri bildirilen kavimlerin yanı sıra Mısır, Yunan, Roma gibi eskinin şirk medeniyetleri, çok sayıda tanrı saydıkları putlara sahiptiler. Öte yandan, Hz. Musa’nın mücadele ettiği Mısır’ın kralı Firavun gibi, bu şirk ülkelerinin yöneticileri de, kendilerini tanrı gibi görüyorlardı. İnsanlar bu tanrı kralların huzuruna çıktığında onların önünde secdeye kapanıp kutsal varlıklarını tazim ediyorlardı.
Anadolu’da kurulmuş olan devletlerin tamamı şirk devletiydi. Mesela Hititler Zababa, Arinna, Samas, Kumarbi; Frigler Matar, Kibele, Sabazios, Men; Lidyalılar Zeus, Apollo, Dionysos, Hermes; İyonlar Hera, Artemis, Apollon; Urartular Haldi, Teişeba, Şivini; Sümerler Anu, Enkie, Enlil, Ningursu, Sin; Akadlar İştar, Marduk, Baal; Babiller Tiamat, Apsu, Mummu, Anşar, Kişar, Şamaş; Asurlular Marduk, Sin, Nin, Adad, Nina vb. yüzlerce puta ilah diye tapıyorlardı. İnsana ve hayvana benzeyen bu putların ölümsüz olduğuna inanılıyordu.
Hz. Muhammed (sav)’de Peygamberlik görevine başladığı zaman Mekke ve bugünkü Kâbe’nin bulunduğu yer, onlarca puta ev sahipliği yapmaktaydı ki bunların ünlüleri Lât, Uzza, Menât, vb. idi. Her peygamberin görevlendirildiği toplumun ortak özelliği inançlarının bir şirk inancı olması ve kendilerinin de müşrik sıfatını taşımasıydı. Putlara ya doğrudan tanrı diye tapıyor ya da daha büyük ve etkili tanrılara kendilerini ulaştıracak birer aracı görüp onlara kulluk ediyorlardı. Bu bağlamda büyük tapınaklar yapılmış, tapınaklarda tanrıları simgeleyen heykeller dikilmiş, ruhbanlar ortaya çıkmış ve bunların üzerinden yürüyen tuhaf ritüeller oluşmuştur. Ne var ki, bu şirk ülkelerinin tamamı yıkılıp gitmiştir.
Kuran-ı Kerim, putlara sahip devletleri ve onların dinî inancını şirk olarak kabul edip yöneticilerini ve halkını cahiliye toplumu olarak tanımlamıştır. Bu yüzden gönderilen her peygamber, kavmine öncelikle şirki ve onun ağır sonuçlarını göstermeye çalışmıştır. Bugün Müslüman oldukları halde, Kuran’ın ahkâmıyla amel etmeyen Müslümanların, gizli açık, şirk toplumu olup olmadıkları üzerinde derin düşünmeleri gerekir. Rabbimiz, yeryüzünü kendi haline bırakmış değildir. İslam toplumlarının ABD gibi, müşrik devletlerin sömürgesi durumunda olması, vatanlarına musallat olan Batılı düşmanların, şehirlerini yakıp yıkması, halklarını bela girdabında tutması, belki de Müslümanların şirke kaymalarının bir sonucudur ve bir ikazdır.
Sonuç: Müslümanlar, imanlarının gereğince amel etmez da itikatta ve amelde müşriklerin inandığı gibi inanıp onların dediklerini yapmaya devam ederlerse, Allah onlara neden yardım etsin ve iyi gün göstersin? Rabbimiz, şirkin zirvesinde gezinen ve ben de tanrıyım diyen Firavun’un ülkesini bir Musa ve bir asa ile yıktı, sonucu da şu ayetle bize bildirdi: “İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık” (Şu’arâ 59) M.Talât Uzunyaylalı