Peygamberler de sebeplere sarılıyordu!
فَلَمَّا قَضٰى مُوسَى الْاَجَلَ وَسَارَ بِاَهْلِه۪ٓ اٰنَسَ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ نَاراًۚ قَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ جَذْوَةٍ مِنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
“Sonunda Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine: Siz bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm, dedi.” (Kasas 29)
Kuran-ı Kerim’de isimleri anılan ve yaşadıkları hayat özetlenen peygamberlerin kıssalarından öğreniyoruz ki her peygamber, diğer insanlar gibi, gerek geçimlerini sağlama konusunda gerekse vahyi tebliğ görevini ifa ederken daima sebeplere sarılmışlardır. Müspet gayri müspet her konuda sebeplere sarılmak zorunludur. Biz müspetlere bakalım: Mesela rızk isteyen çiftçi ise tarlasını ekecektir; esnaf ise iş yerini açacak ve başını bekleyecektir; tüccarsa mal almak mal satmak için seyahat edecektir; öğrenci ise başarılı olmak için derslerine çalışacaktır. Vb.
Hz. Musa’yı Tûr Dağı’na çeken ateşi yakan Rabbimizdir; o ateş, ayette de görüldüğü üzere, Hz. Musa’nın dünyevi ihtiyaçlarını gidermek için elde etmek istediği bir nimetti. Fakat dağa ateş için gidince, Rabbimizin kelam sıfatının yüce tecellisiyle muhatap oldu. Rabbimiz, Hz. Musa ile konuştu. Hz. Musa böylece peygamberlik vazifesini aldı; ayrıca Hz. Musa ‘kelimullah/Allah’la konuşan’ sıfatını da kazandı.
Müspet işlerin sebeplerinde ıslah var, ifsat yok. Tarla sürülmez ve ekilmezse yabani ot basar; tarla ifsat olur. Her iş böyledir… Mesela peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi de o kavimlerin ıslahı içindir. Kuran’dan öğreniyoruz ki kendilerine peygamber gönderilen milletlerin ıslah öncesi halleri, ifsattır. Bu âlemde maddi-manevi her nimet bir sebebe bağlanmıştır. Sebeplere en çok sarılanlar da peygamberler olmuştur. Dünya nimetlerini isteyen onları elde edecek sebeplere sarılacak, ahret hayatına inanan ve cennet isteyen de Kuran’a ve Sünnete sarılacaktır.
Sebepleri yaratanın Allah olduğunu, o dilemezse sebeplerin de sükût edeceğini ve bir işe yaramayacağını bilmemiz icap eder. Sebeplere sarıldıktan sonra sonuç için Rabbimize sığınmak, onun merhametini, şefkatini, yardımını samimi olarak istemek esastır. Sonuç olumlu da olsa olumsuz da olsa Allah’a sığınmak ve sonucu, demek böylesi hayırlı, diyerek kabul etmek gerekir. Hz. Nuh’a düşen gemiyi yapmaktı, yağmurları denizleştirecek olan Rabbimizdi. Hz. Muhammed (sav)’e düşen cihada çıkmaktır, melekleri yardıma gönderecek olan Allahü Teâlâ’dır.
Sonuç: Dünya ve ahret saadeti için sebeplere sarılmayan insanlar fiziksel ve duygusal olarak çökmüş kimselerdir. Bunların ne kendilerine ne de insanlığa faydaları vardır. Sebeplere ulaşmak ve sebeplerle iş görmek insanın iradesine bağlanmıştır. Dünya-ahret, her birisiyle ilgili muazzam sebepler zinciri hazır beklemektedir. İnsan ne istediğine karar verip sebeplere sarılarak ilerlemelidir. Sabır, sebat bunlar da başarının manevi sebepleri arasındadır. Sebeplere sarılarak yürüyen insanın önüne başka ne nimetlerin çıkacağını da kimse kestiremez. Hz. Musa, ısınmak ve yemek yapmak için bir ateş istiyordu, dağa bu imkânı elde etmek için gitti; fakat peygamberlikle ve Rabbimizin konuşmasıyla muhatap oldu. Bu hadiseler üzerinde derin düşünmek herkesi irşat etmeye kâfi olsa gerektir.
M.Talât Uzunyaylalı