‘Ye, iç, al, çal… günahı bana!’
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ وَمَا هُمْ بِحَامِل۪ينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍۜ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
“İnkâr edenler, iman edenlere dediler ki: Bizim yolumuzu izleyin, sizin günahlarınızı biz taşırız! Oysa onlar, iman edenlerin günahlarından hiçbir şeyin taşıyıcısı değillerdir. Gerçek şu ki onlar yalancıdırlar.” (Ankebût 12)
Bu kadar pısırık olma, iç haydi!
Hepsini Allah yaratmış, domuzun nesi var, yesene!
Yahu al bunu al, bu bir hediye, işimizle alakası yok, hediye sünnettir!
En büyük holdingler başta olmak üzere, herkes birbirinden çalıyor, punduna getir, kılıfına uydur, sen de çal!
İnsan insanın kurdudur; insan insana bakıp düzelir, insan insana bakıp bozulur. Bulaşıcı mikroplar gibi iyilikler ve kötülükler muhataplara geçer ve bulaşır.
Modern çağda her yanı bulaşıcı mikroplarla sarılmış Müslümanlar büyük çelişkiler ve kırılmalar yaşamaktadır. Toplumsal karşılığı olmadığından, Müslümanların aldığı ahlaki eğitim gittikçe daha fazla işe yaramaz bir hale geliyor. Şöyle ki:
Hiçbir anne baba, oğlum kızım içki içsin, sigara tüttürsün, fuhuş yapsın, hırsızlık etsin, rüşvet alsın, demez, bu fenalıkları istemez. Tam aksini öğütler ve öğretir. Tuhafı şu ki, laik okullar da aslında bunu yapar; onlar da eğitim yılları boyunca çocuklara, gençlere, ahlaklı kimseler olmalarını öğretirler. Ancak bu insanlar hayata atıldıkları zaman ailede ve okulda aldıkları ahlak eğitiminin ve öğrendikleri ahlak ilkelerinin geçerli olmadığını fark ederler. Sistemin, adam kayırmaya, rüşvet alıp vermeye, eğlence adı altında içki içilmesine, aşk, kız arkadaşı vb. adlar altında fuhuş yapılmasına vb. ahlaksızlara izin verdiğini kişisel tecrübeleriyle görürler.
Bu durum Müslüman insanı iki sert kaya arasında sıkıştırmaktır. Bir yanda ahlak ilkeleri kayası öte yanda ahlak ilkelerine geçit vermeyen sistem kayası! Modern toplum Müslümanlığının en büyük çelişkisi ve çıkmazı işte bu etik değerlerle toplumsal düzenin zıtlığıdır. Bunun üstüne bir de tuz biber olarak, ahlaksızlığı meşrulaştırma refleksleri; politik, ekonomik ve kültürel bir dil, geliştirilmiştir.
Örneğin bankalar şöyle demektedir: Gelin ey Müslümanlar! Para satıyoruz, bizden para alın, faizden korkmayın, bir günahı varsa biz üstleniriz!
Meyhaneler, barlar, tekel bayileri, kumarhaneler, genelevler âdeta şöyle demektedir: İçki ve sigara için, kumar oynayın, fuhuş yapın, korkmayın, utanmayın… bir günahı da varsa bizim boynumuza! Vb. vb.
Din karşıtları ise gerek yaşam biçimleri gerekse kitle iletişimi üzerinden sergiledikleri hayatları ve fikirleriyle şunu telkin etmektedirler: Yahu üç günlük bir ömrünüz var, yiyin, için, eğlenin; ne cenneti ne cehennemi? Cennet de cehennem de burası! Cennete gireceğim diye duygularınızı bastırmayın, günahı sevabı bir yana bırakın, bizim gibi hür insanlar olun, istediğinizi yapın. Eğer bir ahret de varsa korkmayın, biz orada sizin günahlarınızı da üzerimize alırız!
Sonuç: Kâfirlerin ve ahlaksızların yolu nefse tapma yoludur. Dinsizlik ve sapkınlık yolunda yürüyenlerin yolu dinsiz sosyal toplumlara çıkmaktadır. Bu toplumlarda, bireyin inancına uygun olarak, siyasi, ekonomik, sosyal hatta kültürel yapı da dereceli olarak dinsizdir. Böyle bir ortamda yaşamaya mecbur Müslümanın imanı avucunun içindeki kor ateş gibidir, onu taşımak o derece zordur! Ne var ki zorluktaki rahmeti görüp sabretmek gerekir. Hiç olmazsa aklen, vicdanen ve mümkünse eylemlerle göstererek (örneğin faiz vb. pisliklere bulaşmayarak) dinsizliğin çağrısına direnmek ve yolunda gitmemek gerekir. Yoksa ‘biz ne yapabiliriz ki, zaman böyle!’ demek, ahrette geçerli bir mazeret olmayacaktır. Rum suresi elli yedinci ayette bu uyarı yapılmıştır: “O gün, zulmedenlerin (beyan edecekleri) mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan Allah’ı hoşnut etmeye çalışmaları da istenmez.”
M.Talât Uzunyaylalı