Home

427350-3-4-8fb97

Yâdımız Allah olursa fiilimiz ibadet olur.

فَٱذۡكُرُونِىٓ أَذۡكُرۡكُمۡ وَٱشۡڪُرُواْ لِى وَلَا تَكۡفُرُونِ

“Beni anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin” (Bakara 152)

 

Anmak; hatırlamak, yâd etmek, demektir. Bir durumu, bir şahsı, olumlu ya da olumsuz bir hatıra olarak anımsayabiliriz. Mazi, nice iyi ve kötü şeylerle doludur. Mazinin ölü evlatları hatıralar denizinin dalgaları gibidir; zihnin kıyılarını gün boyu, biteviye yoklar dururlar. Kıyıya vuran her dalga tiyatronun gülen ve somurtan maskelerinden birini insan yüzüne geçirir.

Vefat etmiş bir yakın, sevilen bir dost, bir hısım akraba, onların yâdı ıtırlı bir ilkbahar rüzgârı gibi ruhları okşar, mutluluk verir. İnsanlığa zarar veren şer bir adamın siması veyahut yapıp ettikleri hatıra geldiğinde ise, insanın gözünün ışığı değişir, yüzüne kül renkli bulutlar iner.

‘Bir kahvenin kırk yıl hatırı var’ demiş, atalar; yani ki, ‘adam ol! Hatır gönül bil! Sana bağrını açmışsa, dostun olmuşsa, sen de ona yar ol, ölmüşse hayırla an. Hatta ardında bıraktıklarına git, onları ziyaret et, dostunun hatırasını yaşat’ öğüdünü vermişler.

Eski adamlar bu tıynette insanlardı, şimdi nankörlük çağı! Nerdeyse, ana-babamızı, bacı-kardeşimizi ziyarete gitmeyecek hâle geldik. Bir hısımımla, ‘kimi kimsesini’ konuşuyorduk. ‘İstanbul’da da iki halam var’ dedi. Ziyaret edip etmediğini sordum. Yüzüne bir utanç tebessümü yayıldı. ‘Maalesef!’ dedi. ‘Aradan yıllar geçti. Ölüp ölmediklerini dahi bilmiyorum. Ne onlar arayıp soruyor, ne de biz!’

Akrabalık bağları iyiden iyiye zayıfladı. Çoğu kimse için ise bağ koptu. ‘Gidip gelinmeyen, öz kardeş olsa, el olurmuş!’ Başımıza gelen de bu. İstanbul’da yaşayan bir dostum, Ramazan Bayramında arayıp bayramımı kutladı. Tabii memnun olduk. Uzun yıllardır memleketlerine gelmiyorlar. ‘Hiç buraları özlemiyor musunuz? Gelip bir sıla-i rahm edin!’ dedim. ‘İyi olur da… Bizim orada artık kimsemiz yok!’ dedi. Düşündüm, ‘Acaba ana baba dostları, eski komşuları, şehir mezarlığında yatan kimseleri de mi yoktu?’

Hâlbuki ailemizin, hısım akrabamızın, konu komşumuzun, eş dostumuzun olması, önemlidir, baştan ayağa kadar, nimettir; şükrü gerektirir. Lakin şükürsüz, vefasız bir sosyal yapıyı büyütüp duruyoruz. Kimsemiz varken gittikçe daha çok kimsesiz kalıyoruz. Modern toplumun en büyük derdi yalnızlık oysa. Yoksa artık herkesin parası pulu var ama içerideki boşluğu, yalnızlığı ne para doldurabiliyor, nede pul!

Kendi özelimizden Rabbimize dönersek; yakınlarına vefası olmayanın Rabbine vefası olur mu ki, acaba? Allah Teâlâ’nın âyette, ‘Beni anın ki, ben de sizi anayım.’ buyurması aslında birbirimizi hatırlamamız, arayıp sormamız, demektir. Allah rızası için verdiğimiz bir selam dahi Allah Teâlâ’yı hatırlamaktır. Şunu kulağımıza küpe etmeliyiz: Yâdımız Allah olursa fiilimiz ibadet olur.

Allah (cc), her şeyin sahibi, dünya evi onun, içindeki varlık ona ait, insana hayatı veren o, varlığı, dünya evini insana tahsis ve ait kılan, O. Ve O yüce Zât, her an bizimle.

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ

“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür! (İbrahim 34). Daha başka âyetler, hatta Rahman Suresi baştan sona Allah Teâlâ’nın üzerimizdeki nimetlerini sayıyor ve Hakk Teâlâ soruyor: ‘Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilirsiniz!’

Allah Teâlâ’yı hatırlamamak, Ona yürekten kulluk etmemek, nankörlük, derin bir körlük demektir. Gün boyu hatırladıklarımıza, değer verdiklerimize, ardı sıra koştuklarımıza bir bakalım, nankör müyüz, kör müyüz, kendi durumumuzla ilgili kendi kararımızı kendimiz verelim.

Rabbimiz, ‘Allah’a firar edin!’ (Zâriyât 50) buyuruyor. Biz ise, Allah’tan başka yana yüz çeviriyor, o yana koşuyoruz! Rızasına aykırı her söz, gidilen her yer, yapılan her iş, Allah’tan kaçmak demektir; aksi ise Allah Teâlâ’yı hatırlamak, Ona doğru gitmek, koşmak, demek. Âlemde her ne var fanidir, faniyi baki kılacak olan da Allah Teâlâ’yı hatırlamak, ona iltica etmektir. Kimse için başka türlü kalp huzuru ve ahiret kurtuluşu mümkün olmaz.

Sonuç: Dünya hayatı cebimizdeki harçlık gibidir; ömür sermayesini şurada burada yer, bitiririz. Sonra da evimize döneriz. İşte, zor gün eve dönüş günüdür. Çünkü orada bizi bekleyen Rab’ımızdır. Modern toplum olarak kaotik bir zihinle hareket ediyor, nefsimizin ardı sıra savrulup duruyoruz. Unutmayalım ki, yüzümüze bakanın yüzüne bakarız! Günlük ibadetlerimiz, Allah Teâlâ’yı anmaktır. Anarsak, anılırız. İbadetlerimizi yapmayı her şeyden daha çok ciddiye almak mecburiyetindeyiz. Hepimizin dönüşü Ahiretedir. Bizim kalıcı evimiz Ahirettedir. Öyle yaşayalım ki, Rabbimizin huzurunda duracak yüzümüz olsun, ahiret evine dönüşümüz haylaz evladın eve dönüşü gibi olmasın, bilakis yolu hasretle gözlenen bir evladın dönüşü gibi, ‘Lebbeyk, lebbeyk!’ sadâları arasında olsun.

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s