Siyasetçilerin, bilim adamlarının ve aydınların
dini hakikatleri açıklamaları önemlidir.
إِلَّا ٱلَّذِينَ تَابُواْ وَأَصۡلَحُواْ وَبَيَّنُواْ فَأُوْلَـٰٓٮِٕكَ أَتُوبُ عَلَيۡہِمۡۚ وَأَنَا ٱلتَّوَّابُ ٱلرَّحِيمُ
“Ancak tövbe edip durumlarını düzelten ve sakladıkları şeyi açıklayanlar müstesnadır; Ben onların tövbelerini kabul ederim. Çünkü Ben tövbeleri kabul eden sonsuz rahmet sahibiyim.” (Bakara 160)
Genel anlamda dinin hakikatini, özel anlamda ise Kur’an-ı Kerim’i ve Hazreti Peygamberi görmezden gelenler, Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Müslümanlardan bilgi sahibi, toplum üzerinde etkili, siyasetin ve ekonominin aktörleri, kamu yönetimini elinde tutan bürokratlar, bilim, kültür ve sanat faaliyetlerinde kendilerini tanıtmış vb. özellikteki kimselerdir. Yüksek egoları ya da çıkarları nedeniyle İslami hakikatlere karşı alakasız gözükürler.
Hâlbuki statü sahibi ve yetenekli kimselerin hakikati ikrarı ve ona tabi olmaları toplumun diğer kesimleri üzerinde de büyük bir etki meydana getirir. Önde gidenlerin tutum ve davranışları, duygu ve düşüncelerini açığa vururken kullandıkları değerler, toplumun kalanı tarafından gözlenir ve yer yer taklit edilir. Profesör alkol alıyorsa onun doktora öğrencisi de bir süre sonra, isteyerek veya istemeyerek, hocasına yenik düşecektir! Başbakanın, Cumhurbaşkanı’nın alkol almaması, namaz kılmaları, oruç tutmaları, eşlerinin, kızlarının tesettüre uygun giyinmeleri, kimi sanatçının umreye veya hacca gitmesi, toplumu dini değerlerin kabul edilmesi ve yaşanması noktasında, motive etmektedir.
Günümüzde, bilhassa üniversitelerde, akademik kadrolarda görev yapan, muhafazakâr eğilimler gösteren kimi öğretim üyelerinde bile, ‘pozitivizmi’ gerçek bilgi kaynağı görüp yüceltme, dini ve dini hakikatleri ise ya hiç dillendirmeme ya da cılız bir kabullenme ile nefislerinde gösterme, âdeta geçiştirme yolunu tercih ettikleri gözlenmektedir.
Ülkemizde 1960 ihtilalinden sonra subay olmak için askeri okullara alınan öğrencilerin dini temayüle sahip olanları okullarından uzaklaştırıldılar. Bunun gibi, üniversitelerde de, yüksek lisanstan doktoraya, daha sonra da akademik yükselişler süresince, öğretim elemanlarının, akademik çalışmalarında ve kişisel yaşantılarında, dini bilgileri kullanmaları ve dindarane yaşantı içinde olmaları, hoş görülmedi, engellenmeleri, uzaklaştırılmaları için bir gerekçe olarak kullanıldı. Çünkü bu zihniyetteki insanların anlayışına göre, ‘dindar bir insan ne gerçek bir bilim adamı olabilirdi, ne de gerçek bir subay; hele bir aydın olmaları katiyen mümkün değildi!’
Günümüzde bu anlayış devlet ve toplum üzerinde hâkimiyet elde etmiş çevrelerce hâlâ devam ettirilmektedir. Ülkemizde dini hayatın önündeki gizli-açık en büyük engel bu zihniyettir. Batı toplumlarında akademik unvanlara sahip bazı Hristiyan ve Yahudi bilim adamlarının ve sanatçıların İslam’ı din olarak seçmeleri ve Kur’an-ı Kerim hakikatlerini hem nefeslerinde yaşamaları hem de topluma yazılı eserler ve konferanslar yoluyla açıklamaları, ülkemizde olduğu gibi, sindirilmiş, baskı altında tutulan toplumlarda, belli bir cesaretlenmeye öncülük etmektedir. Ancak, genel kanaat, pozitivist ve laikçi anlayışın tüm dünyada hâkimiyetini devam ettirdiği yönündedir.
Sonuç: Eğer, etkili çevreler, fani dünyayı baki âleme satmaz, İslam’a olan aidiyetlerini güçlendirir ve aleni kılarlarsa, Allah Teâlâ’yı, şefkat ve merhamet membaı olarak yanı başlarında bulurlar, aksi takdirde, önceki âyette ifade edildiği üzere, “İndirdiğimiz açık delilleri ve Kur’an-ı Kerim’de insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.” (Bakara 159)