Home

19850353

Asabiyeni koru ki, Müslümanlığını ve ülkeni koruya bilesin!

وَقَـٰتِلُواْ فِى سَبِيلِ ٱللَّهِ ٱلَّذِينَ يُقَـٰتِلُونَكُمۡ وَلَا تَعۡتَدُوٓاْ‌ۚ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يُحِبُّ ٱلۡمُعۡتَدِينَ

“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 190)

 

İslam, temelde barış dinidir. Barışı, güvenlik içinde, huzurlu yaşamayı büyük hayr olarak nitelendirmiştir. İslam’ın Mekke döneminde savaş yoktur. Medine döneminde ise savunma eksenli savaşlar vardır. Savaş şartlara bağlanmıştır. Mümtehine Suresinde sekiz ve dokuzuncu ayetlerde, “Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Allah adaletli davrananları sever. Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar. Böyleleriyle dost olanlar, zalimlerin ta kendileridir.” Tevbe Suresi on ikinci ve on üçüncü ayetlerde ise, “Eğer, antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. Onlara karşı savaşırsanız umulur ki küfre son verirler. Ey müminler! Verdikleri sözü bozan, Peygamber’i yurdundan çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer, müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha layıktır.” savaşın ve barışın şartları ortaya konulmuştur.

Anlaşıldığı üzere savaşma izni Müslümanlara kendilerini, inançlarını ve vatanlarını korumalarına karşılık olmak üzere verilmiştir. Böyle bir durum yoksa ötekinin varlığı savaş nedeni olarak görülmemiştir. Bu yüzden Müslümanlar asırlarca Müslüman olmayan halklarla bir arada barış içinde yaşamışlardır. Dünyevî nedenlerle Müslüman olmayan bir ailenin, bir köy veya kasaba halkının ya da bir ülkenin insanlarına saldırmak cinayettir. Müslümanlar kendilerine saldırmayanlara saldıramazlar. Savaşmak mecburiyeti ortaya çıkınca da savaşın ‘insani’ bir çerçevede gerçekleşmesi yine İslam’ın genel prensipleri arasında yer alır. Bu yüzden savaş durumunda Müslüman askerler, çocuk, kadın, ihtiyar gibi masum ve savunmasız kimseleri öldüremezler, evlerini, ekinlerini, bağ-bahçelerini, ulaşım ve tarım araçlarını, mücbir bir sebep olmadan yakıp yıkmazlar.

Bugünkü İslam coğrafyalarının durumu ortadadır! Müslümanların tarihine baktığımızda, geçmişte de rahat yüzü görmediklerini biliyoruz. Bugün halkı Müslüman hiçbir ülke askeri Hristiyan topraklarında değildir ama Hristiyan milletlerin askerleri, iş adamları, İslam topraklarındadır! Filminden romanına, karikatüründen afişine varıncaya kadar, İslam’a saldırılar sürmektedir. Bu yüzyılda İslam ülkeleri işgal edildi, yüzbinlerce Müslümanın kanı akıtıldı, Müslüman kadınların, çoluk çocuklarına varıncaya kadar, iffetleri kirletildi. İslam dünyasında maddî ve manevî talan ve tahribat bugünde sürmektedir.

Müslümanlar için düşman her zaman var oldu, bugün de en şedidinden düşmanları vardır. Kulağa hoş gelse de, ‘Yurtta sulh cihan da sulh’ mümkün olamamıştır. Nitekim bunun mümkün olmadığını biz millet olarak Kıbrıs meselesinde, ASLA ve PKK ile yürüttüğümüz mücadelede gördük. İslam dünyasında olup biten vahşetler, Bosna’da, Arakan’da yaşananlar yeterince öğreticidir. Dünyanın mahiyeti ve insanın tabiatı kalıcı barışa izin zaten vermemektedir. Tehlike büyüktür. Savaş sürmektedir. İmandan gelen asabiyelerini koruyamazlarsa Müslümanlar ne dinlerini ne de vatanlarını artık bir daha koruyamayacaklardır.

Enfâl Suresi 60. Âyette, “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” Buyruluyor. Bu âyet, düşmanın caydırılması, en azından onların elindeki maddi ve manevi kuvvete denk bir kuvvete Müslümanların da sahip olmaları için verilen İlahî bir talimattır.

Sonuç: Uzun sözü kısaltarak söylersek: Müslümanların, son birkaç yüzyıldır uğradıkları büyük zulümleri ve devam eden felaketleri önleyememelerinin nedeni eğitimdeki gerilikleri, bilim ve teknoloji üretememeleri ve ekonomik güçsüzlükleridir. Eğer, Müslümanların elinde bilim ve teknoloji gücünün yanı sıra atom bombası gibi silahları da olsaydı bugün yaşanan manevi ve maddi felaketler yaşanmaya bilirdi. En feci gelişmelerden biri de Müslümanlara terörist muamelesi yapılması ve bu baskı altındaki kentli Müslümanların asabiyelerini tamamen ortadan kaldırıp izzet-i nefislerini koruyamayacak bir derekeye düşürülme çabalarının başarı elde etme tehlikesidir.

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s