‘Rıza bilincini’ kayıp mı ettik?
وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَشۡرِى نَفۡسَهُ ٱبۡتِغَآءَ مَرۡضَاتِ ٱللَّهِۗ وَٱللَّهُ رَءُوفُۢ بِٱلۡعِبَادِ
“İnsanların öylesi de var ki, Allah rızasına nail olmak için âdeta kendisini satar, Allah rızasını alır. Allah kullarını pek esirger.” (Bakara 207)
يَشْرِي نَفْسَهُ – yeşrî nefsehu (nefsini satar) ilahî ifadesi çok manidardır. Mü’min kulun Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak için gerektiğinde kendi nefsinden vazgeçmeyi göze alması, gerçek imanın bir tezahürüdür. İslam tarihinde örnekleri pek çoktur.
‘Rıza bilincine’ sahip mü’min kullar, tabir caizse, Allah Teâlâ’yı darıltmayacak, her işlerinde Allah Teâlâ’nın rızasını kazanacak bir psikolojiyle hareket ederler. Allah’ın, hoşnutluğunu, memnuniyetini elde etmek en büyük gayeleridir; var olma, yaşama nedenleri budur. Allah Teâlâ’nın rızasının karşılığı cennet devletidir; kimin ki, dünyadaki yapıp etmelerinden Allah razı oldu o ebedi saadeti buldu.
‘Rıza bilincine’ sahip Müminler, fani dünyada olup biten işleri, hikmetlerine akılları ersin ermesin, Allah’ın işi olduğuna inanıp zuhurata rıza gösterirler. ‘Rıza bilincine’ sahip Müminler, Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın, kendilerinden yapılmasını istediği emirleri severek yerine getirip kaçınılmasını istediği şeylerden de kaçınırlar. Allah’ın rızasını gözeterek yaptıkları işlerin sonucu büyük bir yüzde ile zaten müspettir, bazen aleyhlerine gibi gözüken gelişmeler de ortaya çıkar, bu durumda da tevekküllerini bozmayıp kulluklarına sadakatle devam ederler.
‘Rıza bilincine’ sahip Müslümanlar, muhatap oldukları durum, ister safa ister cefa olsun, Allah’ın her işinden hoşnutturlar. Yağan yağmur yahut dolu ise, açan güneş yahut gelen bulut ise, sözleri eyvallahtır; değil mi ki, her şeyin gerçek yapıcısı Allah’tır, öyle ise ‘alerra’si vel ayn’ der, eski Müminlerin tecelliye gösterdikleri hürmet gibi bir hürmet gösterip ileri geri konuşmaz; razı olurlar.
‘Rıza bilincine’ sahip Müslümanların ibadetleri, her türlü maddi ve manevi kullukları, hep Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek içindir. Rıza’yı İlahiyi sağlayan ameller nelerse âdeta onların avcısı gibi hareket ederler. Zekâtı, sadakayı bu bilinçle verir, hayr hasenatı bu bilinçle yaparlar. Birine öfke duyarlarsa yahut birini severlerse, ölçüleri Allah’ın rızasıdır, nefisleri değil. Hısım akrabaya sahip çıkarken, yetime, dula, konu-komşuya yardıma koşarken, insanlara güler yüz gösterip selam verirken, başka coğrafyalardaki Müslümanlar ve ihtiyaç sahibi diğer insanlara ellerini uzatırken hep, ‘İnşallah Allah Teâlâ bu işimizden, bu yaptığımızdan hoşnut olmuştur.’ diye düşünürler. Bu bilinç hâlleri, yüksek farkındalıkları, onların hayatlarını Allah Teâlâ’ya endeksli yaşanan bir hayat kılmıştır ki, işte hayat o, hayattır!
Allah Teâlâ’nın yapılan işten razı olup olmadığını nasıl bilebiliriz peki? Bunu test etmenin yolu da kalbin hoşnutluğudur. Eğer, insan yaptığı işten vicdanında bir rahatlama, bir hafiflik, bir mutluluk, bir tatmin hâli hissederse, bilmelidir ki, Allah, o işinden razı olmuştur. Eğer, kalbinde bir ağırlık, bir pişmanlık, bir hüzün hâli doğarsa rıza dairesinin dışında bir fiil işlediğinden emin olmalıdır. Çünkü kalp, ‘Nazargâhi İlahi’dir; hayr veya şer orada kendini mutlak manada kula hissettirir.
رَءُوفٌ – raûfun (şefkatli) demektir. Allah Teâlâ, rızasını gözeterek ömürlerini yaşayan ‘Rıza bilincine’ sahip kullarına karşı çok esirgeyici, merhametli, şefkatli olduğunu yine bu âyette bize bildiriyor. ‘Rıza bilincine’ sahip müminler, dinlerini dünyaya feda etmezler; kendi mallarını, canlarını, ellerinde olsa dünyayı, Allah’ın rızasına karşılık, çekinmeden verirler.
Modern toplum nefsi için yaşayan bir toplum hâline gelmiştir. Haliyle bireylerin razı etmeye çalıştıkları kendi istek ve arzularını tatmin eden insanlardır. مَرْضَاتِ اللّهِ (Allah’ın rızasını kazanmak) inancı şuurlarda artık iyice fulü bir fotoğraf gibi gözüküyor. Günümüzde herkes patronunu, eşini, çoluk-çocuğunu, gayrı meşru işlerdeki arkadaşlarını, siyasi ve ideolojik önderlerini, müşterilerini, okuyucularını, izleyicilerini vs. memnun etmenin çabası içindedirler. Yani dert, dünya derdidir! Bu derdi çekerken amaç hedef kitleden elde edilen menfaatin korunması, istifadenin sürdürülmesi, şöhretin ve zenginliğin artırılması gibi dünyevî tatminlerdir. Modern toplumda dinini nefsine tercih eden insan sayısı azalmış, dinini dünya menfaati için satan, Allah için değil de dünya için yaşayan insan tipi ise çoğalmış gözükmektedir.
Sonuç: Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı ilgili derslerin müfredatında, Cemaat ve Tarikatlar ders ve sohbetlerde, anne babalar, yetişkinler, aile ortamında, hoca efendiler camii kürsülerinde, ‘Rıza Bilinci’ eğitimi yapmalıdırlar. Bu, büyük bir ihtiyaçtır. Kimse anasını-babasını, öğretmenini, arkadaşını, hısım-akrabasını memnun etmeye çalışmamalı, herkes yaptıklarıyla önce Allah Teâlâ’yı memnun etmeye, onun rızasını kazanmaya çalışmalıdır.
‘Anneme sesimi yükselttim, Allah bu davranışımdan razı oldu mu?’,
‘Şu işin karşılığında rüşvet alıyorum, Allah Teâlâ bu işimi onaylıyor mu?’,
‘Şu arkadaşımla ilgili fesat şeyler düşünüyorum, peki Allah Teâlâ yapmayı düşündüğüm kötülüğü, ahlaksızlığı, onaylıyor mu?’,
‘Kapının zili çaldı, gidip açtım, fakat gelen annemin, babamın, ablamın, ağabeyimin yüzüne tebessümle bakmadan, onun içeriye girişine eşlik etmeden, bir hoş geldin demeden, sırtımı dönüp gittim; bu davranışımı Allah Teâlâ acaba onayladı mı?’,
‘Merdivenlerden inerken ya da asansörde rastladığım komşuma ilk önce ben selam vermedim, nefsime, kibrime yenik düştüm, bu davranışımla Rabbimi incittim mi?’
Bu farkındalığa erişen her mü’min ‘melekî ahlâka’ sahip Allah’ın sevgili bir kulu mertebesine yükselmiş demektir.
Kaçımız bu vasıflara sahibiz peki? Kaçımızın evladı bu bilinçte bir Müslüman’dır?