İnsan soyu ‘niçin özgür olduğu’ konusunda derin düşünmelidir.
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَكِنِ اخْتَلَفُواْ فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلُواْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
“İşte, bu peygamberler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah’ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa’ya apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudûs’le (Cebrail) destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen ümmetler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi de küfretti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır.” (Bakara 253)
İnsanlar arasında çeşitli farklar olduğu gibi Peygamberler arasında da farklılıklar vardır. Bir insan diğer bir insandan farklı olabildiği gibi bir peygamber de diğer peygamberden farklı olabilmektedir. Bu durum gönderildikleri toplumun içinde bulunduğu değerler durumuyla ilgilidir.
Demek oluyor ki, peygamberlere, görev yaptıkları toplumun ekonomik, politik, sosyal, kültürel ve psikolojik durumuna ve bilgi seviyesine göre bir bilgi ve hikmet kapasitesi verilmektedir. Kimi peygambere, vahi, kalbe gelen ilham yoluyla vaki olmuş, kimi peygamber Cebrail’i baş gözüyle görmüş, kimi peygambere, eşyaya, varlıklara hükmetme gücü verilmiş, kimi peygambere sadece birkaç sayfadan ibaret kutsal metinler verilirken, kimi peygambere ise hacimli kutsal kitaplar indirilmiştir. Kimi peygamber bir kabileye, kimi peygamber ise bir imparatorluğa gönderilmiştir. Hazreti Muhammed (sav) gibi, kimi peygamberine ahirete yolculuk imkânı verilmiş, Hazreti Musa (as) gibi, kimi peygamberine Tur Dağı’nda doğrudan hitap etmiş, Hazreti İsa (as) gibi, kimi peygamberini ise Ruhu’l-Kudûs’le (Cebrail) desteklemiş, cismaniyetine karşılık ruhaniyetini güçlendirmiştir.
Melekler ve cinler için de benzer bir durum söz konusudur; genel adları melek ve cin olan varlıkların da kimi kiminden farklı kılınmıştır. İnsan, imtihan nedeniyle özgür bir varlık olarak yaratıldı. Bu yaratılış, Allah Teâlâ’nın bir takdiridir; insanda ve diğer varlıklarda gözüken çeşitlilik, fiillerindeki farklılık, Allah’ın ilminin ve iradesinin bir sonucudur. Varlığın tekâmül kanunu bir açıdan da bu özgürlüğe ve farklılıklara tekabül etmektedir.
– شَاءَ – dilemek – demektir. Âyette geçen, ‘Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen ümmetler, birbirlerini öldürmezdi’ ifadesinden yola çıktığımızda, aklımıza şu soru gelebilmektedir: ‘Allah Teâlâ neden öldürmelere, kötülüklere, hatta savaşlara izin vermektedir?’ Kötülüklerin varlığı, haşa, Rabbimizin gücünün yetmediğinden değil, insanın özgürlüğünü kullanarak, ‘varoluş’ öyküsünü gerçekleştirmesini bu şekilde dilemesi ve takdir etmesiyle ilgilidir. Yoksa insanlara da melekler gibi bir fıtrat verilirdi ve o zaman insanlardan da hiçbir kötülük sadır olmazdı.
İnsan, dünya hayatında ahlaki bir çerçevede özgürlüğüyle baş başa bırakılmıştır. İnsan, gerçekten iyi ve kötü arasında seçim yapma konusunda özgürdür. İnsan, özgürlüğüyle, kendi seçimlerini, iyi-kötü ekseninde, bizzat kendisi yapar, Allah Teâlâ da onları insanın bir seçimi olarak yaratır. Yoksa Allah, insan için doğrudan seçimler yapmaz. Şayet öyle olsaydı insanlar mesul olmazlardı.
İnsan mekanik bir varlık değildir. Mesela; filmlerde gördüğümüz türden bir robot! Bir bilgisayara, bir robota, hangi programları yüklersek, ona göre çalışır. Hâliyle bilgisayarı ve robotu yaptığı işlem nedeniyle sorumlu tutmayız. Ancak insana yüklenen program, onun serbest seçimler yapmasına imkân verecek mahiyettedir. İnsan, hayvanların aksine, iyi olanla kötü olanı ayırt edebilecek ve dilediğini yapabilecek mahiyette yaratılmıştır.
İnsanın iradesini ve özgürlüğünü, doğru bir şekilde kullanması için peygamberler gönderildi. Neden özgür oldukları insanlara izah edildi. Cennet ve cehennemin varlığıyla insanlara bir devamlılık sunuldu. İnsanlara ebedi bir varlık oldukları bildirildi. Eğer, Allah Teâlâ, insanlara, davranış özgürlüğü vermemiş olsaydı, dünya hayatı anlamını yitirecekti; insanlar, varlıklarını gerçekleştiremeyecek, melek gibi bir varlık olacaklardı. Allah Teâlâ, insan soyu için bunu dilememiştir. Peygamberler, insanları Allah’a imana ve itaate davet etmişlerdir. İnsan soyu, her çağda, özgürlüğünün tuzağına düşmemesi için, uyarılmıştır. İnsanın artık bahanesi kalmamıştır.
Sonuç: Dini inanışlar insan özgürlüğünü ahlaki bir çerçevede sınırlandırmışlardır. Dinî ahlaktan esinlenerek beşeri hukuk da insan fiillerine sorumluluk yüklemiştir. İnsan, akıllı ve iradi bir varlıktır, davranışlarını bu öz nitelikleriyle seçer ve yapar. İnsanın tekâmülünü temin eden bu özelliklerdir. İçinde bulunduğumuz dünya, insan aklının ve iradesinin özgür seçimiyle yapılmış bir resmidir. Medeniyetler, bilimde ve teknikte ortaya çıkan muazzam gelişmeler, yaygın çatışma, bireysel sınanma, fikir ayrılıkları, savaşlar, insan doğasının, onun özgürlüğünün bir parçasıdır; insanın bireysel ‘varoluşu’ bu zeminler üzerinde gerçekleşir. Özgürlüğü, insan soyuna verilmiş bir armağan, eşsiz bir değerdir. Özgür insan, iradesini ve özgürlüğünü kullanarak, ebedi hayatını biçimlendirir. İnsan soyu, özgürlüğünü ilahi uyarılar çerçevesinde kullanarak dünya hayatını en güzel şekilde değerlendirebileceği gibi, Ahiretteki ebedi niteliğe sahip yaşam bölgesini de cennet kılabilecektir. Özgürlüklerini peygamberlerin uyarısına aykırı olarak kullananalar ise, seçimleriyle açtıkları yoldan yürüyerek, cehenneme gitmekten kurtulamayacaklardır. (Özgür insanlar çoğaldıkça yeryüzünde fesat çoğalır! başlıklı 15. Fikir’e bakınız.) İnsana özgürlüğüyle ne yapması gerektiğini açıklayan son din İslam, son Peygamber Hazreti Muhammed (sav) ve son ilahî kitap ise Kur’an-ı Kerim’dir. Ne var ki, modern toplum son şansını kullandığının yeterince bilincinde değildir.