Allah Teâlâ’ya borç vermeye bakmalıyız…
مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Allah’a, kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur? Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır; O’na döneceksiniz. (Bakara 245))
يُقۡرِضُ – ‘yukridu’, borç demektir. Soru cümlesi olarak başlayan âyette Allah Teâlâ kendisine kimin borç vereceğini soruyor?
قَرۡضًا حَسَنً۬ا – ‘kardan hasenen’, ifadesiyle de bu borcu Rabbimiz ‘güzel bir borç’ olarak sıfatlandırıyor.
Bu öyle bir borç ki, Rabbimiz, kabul ettiği borcun karşılığını öderken فَيُضَاعِفَهُ – ‘feyudâ’ifehu’ sözüyle artıracağını buyuruyor.
Allah Teâlâ, artırma sözcüğünü, أَضۡعَافً۬ا ڪَثِيرَةً ‘d’âfen keśîraten’ ilahi ifadesiyle daha da güçlendirerek, artırmayı ziyadeleştireceğini, ödemeyi kat kat çoğaltacağını, vurguluyor.
Bu müthiş bir müjdedir!
Peki, Rabbimize bizim vereceğimiz borç ne olabilir? Rızası için yapılan maddi ve manevi işlerin hepsini Rabbimiz, lütfundan, kereminden kendisine verilmiş bir borç olarak kabul buyuruyor ve bunun karşılığını kullarına kat kat fazlasıyla ödeyeceğini buyuruyor. Verilen zekâtlar, sadakalar, fitreler, yapılan hayr işleri; okşanan yetim başları, sevgi ve merhametle kucaklanan analar babalar, evlatlar, dostlar, ahbaplar; yanı başımızda veya dünyanın bir ucunda, imdatlarına yetişilen muhtaçlar, mağdurlar, zulüm altındaki insanlar…
Cenab-ı Hak, yeryüzünde Sıfat-ı İlahî ile her an bir şendedir; gâh güllük gülistanlık olur âlemde, gâh gam ve keder devran sürer. يَقۡبِضُ – ‘yakbidu’ (kısmak) Rabbimizin sıfatıdır, bir çeşme suyu gibi önüne akıttığı rızkı kimi kulları için kısar; يَبۡصُۜطُ – ‘yebsutu’ (açmak) sıfatı ile de kimi kulları için nimet çeşmesinin burmasını açar. Her iki halde de sınanan sadece muhatap değildir; bütün müminlerdir; hatta insanlıktır. Dara düşmüş, zorda kalmış, çeşmesinden su akmaz olmuş bir kulun çeşmesine damla olana Allah Teâlâ âdeta derya olacağı müjdesini veriyor. Musluğundan sular şırıl şırıl akarken musluğundan su damlamaz olmuş kardeşlerinden habersiz yiyip için gezip tozan gafil kimsedir ve makbul bir mü’min değildir. Mü’min bencil olamaz, mü’min diğerkâmdır. Mü’minler dünya hayatında alış verişlerini Allah Teâlâ ile yaparlar. Fani olan dünyanın bir sınav yeri olduğunu unutmadan yaşarlar. Eğer ömürleri vefa ederse, hayatın dört mevsiminde de gözettikleri Rabbimizin rızasıdır.
Sonuç: Modern insan her geçen gün biraz daha maddeci olmaktadır. Maalesef mü’minler de ekseriyetle bu kervanın yolcuları olmuştur; onların da bu fani dünyadaki önemli ve öncelikli işleri artık banka hesaplarını artırmak, mal ve servetlerini çoğaltmak, kişisel zevkleri ve keyifleri için yaşamaktır. Kur’an-ı Kerim’de mü’minlere verilen görevler bu türden hususlar değildir; yakından başlayıp bütün insanlarla yardımlaşma içinde olmaktır. Namaz, oruç gibi ibadetlerden sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, komşulara, tanıdıklara, arkadaşa, velhasıl insanlığa ve tabiata karşı mü’minler yardım için görevlendirilmişlerdir. Bu görevin Rabbimizin indindeki karşılığı kullarından kendisine verilmiş bir borçtur. Ne yazık ki, İslam dünyası olarak bugün çoğumuz ‘Allah Teâlâ’ya borç vermenin’ kıymetini, değerini unutmuş gibiyiz.