İnsan sadece seçimlerinden sorumludur.
لَّيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء …
“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir; fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir…” (Bakara 272)
Peygamberlerin görevi İlahî hakikati tebliğ etmektir. İman ve inkâr insanların tercihine bağlı olarak kalpte meydana gelir. Allah Teâlâ’yı tanımak gayreti içinde olmak herkesin öncelikli bir görevi olmalıdır. İnsan, kendi varlığını ve kâinatın varlığını anlamlandırmadan hayatını yaşarsa o aklını inkâr etmiş olur.
İnsan, ‘Ben kimim? Bu kâinat niçin var? Beni ve bu kâinatı yaratan, ayakta tutan, devam ettiren kimdir? Onun bu düzeni kurmaktaki maksadı nedir? Benden ne isteniyor? Niçin bana Peygamber ve İlahî kitap gönderdi?‘ şeklinde sorular sormak ve bunların cevabını bulmak zorundadır. Tahkiki iman bu tür bir sorgulamanın arkasından gelebilir ancak. Gerçek iman ve küfür aslında bu tür bir muhasebenin sonucudur. Bunun dışındaki iman ve inkâr, gaflet hâlinde yaşanan bir hayat demektir.
Tüm insanlar için Allahı tanımak öncelikli bir görevdir. Onun rızasını kazanmaya istekli olmak gerekir. Allah Teâlâ gönderdiği Peygamberler ve kutsal kitaplarla insanlığa doğru ve yanlış olanı, yürümeleri gereken doğru yolu apaçık göstermişlerdir. Sonra da insanı kendi iradesiyle seçimlerini yapması için serbest bırakılmıştır. İnsan, hayrı da şerri de seçmekte hürdür. İmanı da seçebilir, inkârı da. Allah Teâlâ kulun seçtiklerinin Halik’ıdır.
Bu dünya insanların imtihan yeridir; insan, niyet ve amelden (fiil) ibaret bir varlıktır. Evet, insanda gözüken hidayeti ve delaleti yaratan Allah’tır, fakat küfrü, zulmü seçen bir insan için Allah Teâlâ niçin hidayeti yazsın? Kendi seçimiyle yanlış bir yola sapmış insanı doğru yola niçin iletsin?
Alla Teâlâ’nın istediği tüm insanların kendini tanıması ve emrettiği şekilde yaşamalarıdır. Fakat bunun için kimseyi zorlamamaktadır. İnsana gerekli uyarılar yapılmış ve insan seçimleriyle serbest bırakılmıştır.
Hidayet sözcüğünün geçtiği 60′tan fazla âyette, dikkatimize sunulan insanın fiilleridir. Allah Teâlâ, hidayeti ve dalaleti, eğriliği ve doğruluğu, insanın fiillerine bağlı olarak anlatmaktadır.
Limanda iki ayrı yöne giden iki ayrı gemi vardır; insanlar, limanda toplanmış, hangi geminin nereye gittiği onlara ilân edilmiştir. Sonra da herkes serbest iradesiyle bineceği gemiyi seçmiştir. Gemiyi, denizi, rüzgârı yaratan Allah Teâlâ’dır. Hangi gemiyle nereye gideceklerine karar vermek işi ise, imtihan sırrı gereği, insanlara bırakılmıştır.
Sonuç: İnsana akıl ve bilgi verilmiştir; insan uyarılmıştır. İnsan sadece seçimlerinden sorumludur. Allah Teâlâ, yarattığı insanları esenlik yurdu olan cennetine çağırıyor. İnsanın önüne iki yol konulmuştur; biri cennete gider, diğeriyse cehenneme. Doğru yoldan saptıran Allah değil, doğru yoldan sapan insandır. İnsan, seçer, diler, Allah Teâlâ da insanın seçtiği yoldaki hayatını yaratır. Kâfirlik, fasıklık, zulümkârlık, gerçeği inkâr, hainlik, yalancılık, haddi aşmak, heva ve hevese göre yaşamak, kişinin tercihidir. Sonucu mahrumiyet yurdu olan cehennemdir. Kur’an-ı Kerim bilgisine göre yaşaması, yine kişinin kendi seçimidir; sonucu ise, ebedi nimetler yurdu olan cennettir.