Türkiye Türklerin, ABD Amerikalıların değildir; hepsi Allah’ındır!
لِّلَّهِ ما فِي السَّمَاواتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِن تُبْدُواْ مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Siz içinizde olan şeyi açıklasanız da, saklasanız da Allah Teâlâ sizi onunla hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediği cezalandırır. Allah’ın gücü her şeye yeter” (Bakara 284)
Göklerde melekler, cinler ve gök cisimleri gibi canlı ve cansız varlıklar, yeryüzünde ise insan, hayvan ve bitkiler ile cisimler bulunmaktadır. Bu varlıkların ve cisimlerin sayılarını, mahiyetini tam olarak kimse bilmiyor. Denizler balık dolu! Denizlerde ne kadar balık olduğunu kim bilebilir? Her yan çiçek böcek dolu! Karadaki böceklerin, kuşların, kurtların, bitkilerin sayısını kim bilebilir? Hele birde bu varlıkların bir var olma nedenleri var ki, bazı hususları bilmemize rağmen, tam bir muammadır!
Âyette, Allah Teâlâ, yerlerde ve göklerdeki canlı cansız bütün varlık formlarının kendisine ait olduğunu bildiriyor. Fakat ülkeler ve insanlar bu gerçeğin tam farkında değillermiş gibi davranarak Allah’a ait olanı mülkleştirmeye çalışıyorlar. Pek çok zulmün nedeni insanın varlığı özelleştirme duygusudur.
Bu oldukça trajikomik bir durumdur: Şu anda yeryüzünde iki yüz civarında ülke var. Bu ülkelerde 7 milyar civarında insan yaşamakta ve herkes hayatı boyunca dünyadan bir pay kapmak için uğraşıp durmaktadır. İnsanlar, ‘Benim!’ dediklerini çoğaltabilmek için dişleriyle tırnaklarıyla yıllarca bir mücadele vermektedirler. Fakat ölüm durdurulamadığından, ortalama yüz yıllık bir sürede, bu insanların dünya hayatları sona ermektedir. Dünyada kazandıkları ise yine dünyada kalıyor! Yani gerçekte olan şu: Kimse Allah Teâlâ’nın mülklerini mülkleştiremiyor! Benim evim, benim tarlam, benim bahçem, benim arabam, benim yatım, benim katım, benim fabrikam, benim ülkem vs. aidiyet bildiren her iddia gerçekte bir yanılsamadır. Dünya hayatı bir nevi düştür, fakat insan onu gerçekmiş gibi algılamakta ve kendini dünyaya ve onun nimetlerine âdeta feda etmektedir.
Oysa insanların sahiplendikleri topraklar gibi insanların nesneleşmiş fiilleri de Allah Teâlâ’ya aittir. Uçak, füze, atom bombası, gökdelen, yat, kat, otomobil, bahçe, banka, fabrika, kitap veya heykel… İnsanın fiilleri sonucu ortaya çıkan ve sahiplik iddiası güttüğü, gizli açık, her neyi, her ne işi varsa, hepsi Allah’ındır. Hakikatte Türkiye Türklerin, ABD Amerikalıların değildir; İstanbul da Washington da Allah’ındır. Mazi, istikbal ve hâl, Allah’a aittir. “Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz.” (Hicr 23); “Yeryüzüne ve onun üzerindekilere ancak biz vâris oluruz ve onlar ancak bize döndürülürler.” (Meryem 40); “Biz, refahından şımarmış nice memleketi helâk etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir. Onlara biz vâris olmuşuzdur” (Kasas 58)
Evet; tarih şeridi boyunca, zaman ve mekânda gözüken kavimlerin, devletlerin, varisi Allah’tır. Ne kadar millet gelip geçtiyse, herkes her şeysini Allah Teâlâ’ya bıraktı. Aşağıya aldığımız âyet-i kerimeler yukarıdaki âyetin anlamını kavramamıza daha fazla yardımcı olabilir:
Âl-i İmrân 109: Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah’a varır.
Âl-i İmrân 129: “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.”
Âl-i İmrân: 180: Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır
Âl-i İmrân 189: Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.
Nisâ 132: Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.
En’âm 1: Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Bunca âyet ve delillerden sonra kâfir olanlar hala putları Rab’leri ile denk tutuyorlar.
Yunus 55: Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Yine bilesiniz ki, Allah’ın vadi haktır, fakat onların çoğu bilmez.
Yunus 66: İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa yalnız Allah’ındır. Allah’tan başka ortaklara tapanlar neyin ardına düşüyorlar! Doğrusu onlar, zandan başka bir şeyin ardına düşmüyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar
Hûd 123: Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah’a aittir. Her iş Ona döndürülür. Öyle ise Ona kulluk et ve Ona dayan. Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.
Nahl 49: Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler.
Nûr 64: Bilmiş olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. O, sizin ne yolda olduğunuzu iyi bilir. İnsanlar Onun huzuruna döndürüldükleri gün yapmış olduklarını onlara hemen bildirir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Zümer 44: De ki: Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı Onundur. Sonra Ona döndürüleceksiniz.
Şûrâ 49: Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.
Câsiye 27: Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.
Câsiye 36: Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Fetih 7: Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah azizdir, hâkimdir.
Hadid 1: Göklerde ve yerde bulunan her şey Allahı tespih etmektedir. O, azizdir, hâkimdir.
Sonuç: Konuyla ilgili daha pek çok âyet bulunmaktadır. İnsanların bu dünyada bulunmalarının yegâne gayesi Allah Teâlâ’yı tanıyarak olgunlaşmak, sonra da tecrübe kazanmış biri olarak sürekli yaşam bölgesi olan ahirete göç ederek cennete yerleşmektir.
İnsanlar ekseriyetle fani olan dünyada bulunma nedenini ıskaladıklarından dünyanın kölesi olmaktadırlar. İnsanın dünyada bulunmasının nedeni nedir? İnsana niçin çeşitli kapasiteler verilmiştir. İnsandaki iyi ve kötü duygusunun varlığı niçindir? İnsan bu dünyaya amel yaparak yaratıcıya layık bir varlık olarak tecrübe kazanmak üzere gönderilmiştir. İbadetlerin amel sayılabilmesi için insanda değişim meydana gelmesi şarttır. Anne rahmindeki bir damla su nasıl insana dönüşmekte ise, toprağın rahmindeki bir tohum nasıl başak olmayı başarmaktaysa, insan da dünya rahmindeki bir varlık olarak, Allah Teâlâ’yı tanımış ve kendini ona layık bir kul mertebesine eriştirmiş biri olarak ahirete geçmekle mükelleftir.
İnsan dünya hayatını kendisini değiştirmek ve olgunlaştırmak üzere kullanabiliyorsa amel yapıyor demektir. İnsan; ibadetle, fikirle, zikirle meşgul olarak, kin, kibir, gurur, yalan vs. kötü huylarını değiştirerek, Allah’a ve cennete layık bir kul olmak üzere burada bulunuyor. O halde onun asli vazifesi servet ve saman yığmak değil, amel yapmaktır.
Modern toplum bireyleri, kendilerinden uzaklaşmış ve dış başarının peşine düşmüş durumdadırlar. Onlar artık, kendilerini kelek bir meyve gibi bırakan dünya hayatını ve onun fani nimetlerini yüceltmekte ve mukaddes hayatlarını dünyaya cömertçe adamaktadırlar. Oysa insan, Allah içindir. Allah’ın yarattığına itibar edip Allah Teâlâ’yı terk etmek cehaletin kemalidir ki, o da bu çağda zirve yapmıştır! Sonuç nettir: Herkes değer verdiğiyle değerlendirilir.
Mükemmel bir paylaşım. Allah razı olsun
BeğenBeğen
Teşekkür ederim. İnşallah istifadeniz olur.
BeğenBeğen