Müslümanlar, siyaset, ekonomi, bilim, kültür vb. koruma kalkanlarından yoksundur!
إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
“Size bir iyilik dokunsa bu onları rahatsız eder. Size bir kötülük dokunsa bununla sevinir, ferahlarlar. Eğer sabreder, sakınır/korunursanız onların tuzakları size hiçbir şekilde zarar veremez. Allah Muhît’tir, yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmran 120)
Müslüman olmayanların Müslümanlara bakışı belli bir olumsuzluk içerir. Sosyolojik ve psikolojik yönlerden kişiler birbirine ne kadar benzerse karşılıklı sevme, sayma, kollama da o ölçüde artar. Mesela: Bir Hıristiyan kendi dindaşını, bir Budist Budist olanı vb. kendine yakın hisseder; sempati duyar, sevgi gösterir. Bu realite diğer inanç gruplarında da böyle olduğu gibi, ideoloji, particilik, takım yandaşlığı ve sivil toplum üyeliklerinde de benzer bir asabiye geçerlidir. Bundan çıkan sonuç ve ötekileştirilene ait kadim psikoloji, ayetin girişindeki tespitle bize öğretiliyor: ‘Size bir iyilik dokunsa bu onları rahatsız eder, size bir kötülük dokunsa bununla sevinir, ferahlarlar.’
Tarihi hadiselerden örnek vermeye gerek görmüyoruz. Ayetin anlamına ülkemiz üzerinden bakıp konuyu şu şekilde değerlendirmemiz mümkündür: Halkı Müslüman olan Türkiye’nin gelişmesi, kalkınması, gelirinin artması, sanayileşmesi, bilim ve teknoloji üretecek bir aşamaya gelmiş olması Hıristiyan inancına sahip büyük ülkeler tarafından samimi bir heyecanla karşılanmamaktadır. Öte yandan, Türkiye’nin iç istikrarını bozmak için yürütülen başta terör faaliyetleri olmak üzere diğer yakıcı-yıkıcı sokak hareketlerine aynı ülkelerin destek vermesi ayetin ifade ettiği anlayışın güncel bir örneğini oluşturmaktadır. Batı’nın büyük gazeteleri ve medya kuruluşları Türkiye’de sokak hareketleri ve hükümet aleyhtarı faaliyetler arttıkça attıkları manşetlerle sevinçlerini ortaya koyarken ülkenin kazandığı istikrar ve ekonomik gelişmeyi ise, sesiz bir endişeyle izlemeyi yeğlemektedir. AB ve ABD medyasının yansıttığı aslında kendi hükümetlerinin ve kamuoylarının genel eğilimini ortaya koymaktadır. Hıristiyan ve Yahudi inancına mensup devletlerin (Buna diğer inanç gruplarını da katabiliriz) Müslümanlara yönelik olumsuz bakışlarının siyasi ve kültürel bir arka planı bulunmaktadır. Halkı Müslüman ülkelerle menfaat birlikteliği nedeniyle zaman zaman gözüken dostane ilişkiler ise aslında geçicidir, aslolan olumsuzluk içerin tarihi bakış açısını daima korumalarıdır.
Ayette bu marazi bakış açısına karşı nasıl bir önlem alınacağı da Müslümanlara öğretilmiştir: Tedbir almak ve sabırlı davranmak. Tedbir düşmanın silahıyla silahlanmaktır. Ne var ki bu konuda atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. İslam toplumları bilim ve teknoloji üretememektedir. Sanayi geridir. Genel eğitim, kültür ve sanat eğitimi zayıftır. Küresel şirketlerden yoksundur. Piyasaları kontrol edememektedir. Müslümanlar dini müesseselerini büyük ölçüde kaybetmiştir. Halifeleri yoktur. Yaklaşık üç yüz yıldan beri Müslüman dünyası Hıristiyan Batı karşısında yenik ve ezik bir psikoloji ile varlığını sürdürmektedir. Zamanında tedbir alamayan Müslümanlar, Hıristiyan ve Yahudi dünyasının kontrolü altına girmiş durumdadır.
Sonuç: Bugün İslam dünyasındaki karışıklıkların sebebi Müslümanların Hıristiyan ve Yahudi toplumlarına karşı zamanında önlem alamamalarıdır. Onlar, bilim ve sanayide öncülüğü ele geçirmiş ve dünya hâkimiyetini elde etmişlerdir. Allah Teâlâ’nın uyarılarını dikkate almayan İslam dünyası ise sömürge olmaktan kurtulamamıştır. Lakin ayette buyrulduğu üzere, Rabbimiz, ‘muhittir’; İslam düşmanlarının gizli açık bütün niyet ve uygulamalarını kuşatmış durumdadır. Âl-i İmrân yüz yirmi beşinci ayette iman edenlere şu müjde verilmektedir: “Evet, siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, düşmanlarınız hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.”