Şahitleri olan varlık: İnsan!
فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَؤُلاء شَهِيدًا
“Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!” (Nisâ 41)
Dünyanın hangi köşesinde yaşarlarsa yaşasınlar, hangi dini inanışa sahip olurlarsa olsunlar, tüm insanlar için ortak bir yazgı söz konusudur: Şahitlilik… Zaman çizgisinin arkasında önünde ve yaşanılan anda her ne kadar insan bulunuyorsa, Allah, melekler ve peygamberler onların şahitleridir. Ortada şahitlerin olması inkâra geçit vermez. İnsan yapıp ettiklerini unutsa yahut inkâr etse şahitler gerçeğe tanıklık edecektir. İnsan soyu Allah’tan hiçbir fiilini ve sözünü gizleyemez.
Dini terim olarak ümmet bir peygamberle uyarılmış topluluk demektir. Dini hayatı yaşayan ve yaşatmaya çalışan o dinin ümmetidir. İnsan soyu dünya üzerinde bir dil ve din etrafında sosyolojik topluluklar olarak yaşamaktadır. Her toplumun içinde kendisine uyulan itaat edilen öncüler söz konusudur. Toplumlara rengini, kokusunu, biçimini veren güç öncelikle peşlerinden gidilen bu kesimlerdir. Ümmetin gayesi bağlı olduğu peygamberin yolundan giderek hayatı yaşamaktır.
Yukarıdaki âyet Ahret hayatının ilk günleri hakkında bilgi vermektedir. Sahneyi şu şekilde hayal edebiliriz: Sayısını Yaratanın bildiği kadar insan ellerinde imtihan yeri olan dünya okulunda okuyarak hak kazandıkları ‘amel defterleri’ olduğu halde ümmetler halinde öncülerinin arkasında toplanmıştır. Câsiye yirmi sekizde bu manzara şöyle ifade edilmektedir: “O gün sen, her ümmeti diz üstü çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağrılır: Bugün yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız.”
Allah teâlânın dünya mektebinde ilahî eğitim (din eğitimi) vermek üzere görevlendirdiği öğretmenler hükmündeki peygamberleri ve insanla ilgili melekler saf tutmuştur. Hepsi Rabbin emrini muntazırdır. Peygamberler ümmetleriyle birlikte çağrılarak tayin edildikleri öğretmenlik vazifelerini yapıp yapmadıkları kendilerine sorulur. Tabii her peygamber ümmetini Allah’a ve O’na kulluğa çağırmış ve görevini en iyi şekilde yapmıştır.
Son olarak kıyamet öncesi tüm insanlık için başöğretmen olarak tayin edilen ve kendisine diğer bütün peygamberlerin öğretilerini de içeren Kur’ân-ı Kerim verilen Hazreti Muhammed (sav) şahit olarak konuşur ve Kur’an’ın bütün elçilere ve onlara verilen kitaplara şahitlik ettiğini ifade eder.
Artık insanların bir bahanesi kalmamıştır. Hazreti Muhammed’e kadar gelen ümmetler bağlı oldukları peygamberin öğretisine uyarak yaşayan ve dünya okulundan bu hal üzere mezun olanlar, meleklerin tuttuğu amel defterindeki kayıtlarıyla bunu ispatlar. Herkes sicilini görür, gerçekte kim olduğunu tam olarak öğrenir. Peygamberlerine ümmet olmayı başaranlar daimi kalacakları Cennetlerdeki köşklerine götürülür. Dünya okulunun haylazları, küstahları, sicili bozuklar ise elleriyle kazandıklarının bir karşılığı olarak yaşayacakları Cehennemlere doğru sürülür.
Sonuç: Hazreti Muhammed’e bigâne kalan ümmetler, onun mektebine koşmayanlar, başlarına kendi elleriyle çorap örmektedir. Onun öğrencisi olduğunu söyleyip gerçekte başka bir hayatı yaşayanlar da büyük bir pişmanlık yaşamaktan kurtulamayacaktır. Yukarıdaki âyetten sonra gelen kırk ikinci âyette konu şu şekilde bağlanmaktadır: “İşte o gün dini inkâr edip resule isyan edenler, yerin dibine girmek, yerle bir olmak isteyecek. Onlar hiçbir sözlerini, hiçbir kabahatlerini Allah’tan gizleyemez.”
M.Talat Uzunyaylalı