Home

sc3bcrahideki-balc4b1k

Sana nasip edilenlerle ne yapıyorsun?

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلاَلَةَ وَيُرِيدُونَ أَن تَضِلُّواْ السَّبِيلَ

 “Baksanıza kendilerine kitaptan nasip verilenlerin yaptıklarına! Kendilerinin hidâyeti bırakıp sapıklığı satın almaları yetmiyormuş gibi, sizin de yolunuzu şaşırmanızı istiyorlar.” (Nisâ 44)

نَصِيبًا – nasîben kelimesi Kur’ân’da sekiz ayette geçmektedir. Nasip/pay sözcüğünün geçtiği âyetler şu genel konuları ele almaktadır:

  1. Miras taksimi,
  2. İlahî kitaplara muhatap olmak,
  3. İlahî kitaplara muhatap olanların sapıklığa yönelmesi,
  4. İlahî kitaplara muhatap olanların şirk koşması,
  5. Verilen rızkı harcama şekilleri,
  6. Cehennemdeki tartışma,
  7. Allah’ın mülkünden Allah’a pay verilmek istenmesi,
  8. Şeytanın insanların bir kısmını kendine tabi kılması.

İnsan olmakla çok nasipliyiz, hayvan yahut bitki olarak da yaratıla bilirdik. Dünyanın ve uzayın insanın emrine verilmesi, insanın akıl ve idrakle süslenmesi, insana peygamberler ve kitaplar gönderilmesi, hep birer büyük nasiptir.

Nasip sözcüğünün lügat anlamı pay, hisse, kısmet demektir. Genel manada bir kimsenin elde edebildiği maddî ve manevî imkânları kapsamaktadır. Arzu edilip ele geçmeyen şeylerse nasipsizlik olarak yorumlanır. Her canlının bu dünya hayatında bir nasibi olduğu gibi aynı şekilde Âhiretin de bu dünyadan bir nasibi bulunmaktadır; cennet yurdunun nasibi var, cehennem yurdunun nasibi var!

Nasip sözcüğünün geçtiği âyetler incelendiğinde ifadenin tekabül ettiği maddî ve manevî imkânların aynı zamanda insanların dünya sınavlarının nesnelerine dönüştüğü görülmektedir. Nasip olan şey şerre de hayra da kullanılabilmektedir. Mü’min insan kendisine nasip edilen maddî ve manevî imkânlarla ne yaptığının farkında olmalıdır. Yüksek bir makam insanı mutlu eder, fakat bu aynı zamanda insanı cehenneme sürükleyen bir tehlikeyi de içinde barındırır. Nasibin sarhoşluğu içinde davranmak yerine nasip edilen şeylerin birer imtihan nesnesi olduğunun farkında olup onlardan gelecek zararlara karşı da uyanık olmak gerekmektedir. Mü’minler, nasiplerini ferasetleriyle daima kontrol altında tutmalıdır.

Nisâ suresinin yedinci ayetinde “Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay (nasip) vardır; ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır,” denilmektedir. Miras haktır, hakça bölüştürmek ve kalan mirasla hayırlı işler yapmak ise işin imtihan kısmıdır.

Âl-i İmrân 23 âyette ise şöyle denilmektedir: “Kendilerine Kitap’tan bir pay (nasip) verilenleri görmez misin ki, aralarında hükmetmesi için Allah’ın Kitabı’na çağrılıyorlar da, sonra içlerinden bir gurup cayarak geri dönüyor.” Bir peygamber vasıtasıyla ilahî vahye, dinî bir kitaba muhatap olmak bir ayrıcalıktır; büyük bir nimete ermektir. Fakat nimet ne kadar büyükse sorumluluğu ve sonuçları da o derece büyük olmaktadır. Eğer gönderilen kitapla hükmediliyorsa sorun yoktur ama ellerinde kitap olmasına rağmen gereği yapılmıyorsa birey ve toplum ağır bir sorumluluk altına girmiş olmaktadır.  Helâk olan kavimlerin ilahî metinlerle desteklenmiş peygamberli kavimler olması bugüne de ışık tutan önemli bir ikaz, bir ibret levhasıdır.

Nahl suresi 16. Âyette ise, “Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, mahiyetini bilmedikleri şeylere (putlara) pay (nasip) ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz!” uyarısı yapılmaktadır. Dün olduğu gibi bugün de insanlığın büyük kesimi putperesttir; ehli kitap ise şirk içindedir. Müslümanların dışında ‘Tevhidî’ itikada sahip bir inanç gurubu bulunmamaktadır. Allah’ın verdiği rızıklardan putlara, put rahiplerine ve manastırlara nice servetler akıtılmaktadır. İşte bu da sonuçları ağır olacak bir imtihandır.

Mü’min’in suresi 47. Âyette de şu husus dikkatimize sunulmaktadır: “Onlar, hayatta iken hakikati inkar etmiş olanlar, içine atıldıkları öteki dünyanın ateşi ortasında birbirleriyle tartışacaklar ve zayıf olanlar küstahça böbürlenenlere: Doğrusu biz sadece size uymuştuk: o halde, şu ateşten bize düşen payı hafifletebilir misiniz? diyeceklerdir.”

Dünyaya gelen her insana ahrette ya cennet nasip olur, ya cehennem. Bu âyeti kerime insanlığın kadim bir kusuruna, ‘uydum akıllılığına’, dikkat çekmektedir. Pek az insan muhakeme yaparak hayatını yaşamaktadır. Özellikle, çocuklar, gençler, ailelerini ve çevrelerini taklit ederek, ideolojik, felsefî görüşler ileri süren bazı kimseleri dinleyerek yahut okuyup onlardan etkilenerek hayata atılmaktadırlar.  Daha sonra da taklitle yahut nefse hoş gelen şeyleri içselleştirerek, öğrendiklerini değerler sistemi haline getirip hayatlarını ona göre yaşamaktadırlar. Fakat bu durum kendisine akıl nasip edilen, peygamber ve kitapla uyarılan insan için yegâne yol değildir. Yarın dünyadaki amelinin sonucu olarak cehennem kendisine ev olan kişinin dini, peygamberi umursamadığı, taklit ettiği, arkasından gittiği insanları itham etmesi, son pişmanlığı, fayda vermeyecektir.

Nisâ suresi 118. Âyette ise, “Allah Şeytanı lanetlemiş; o da: Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim, demiştir” İfadesi yer almaktadır.  Bu âyetten Şeytan’ın da varlıkta bir nasibi olduğunu görmekteyiz. Zamanını, parasını, makamını nefsi için harcayan, kullanan insan şeytanı nasiplendirmiş olmaktadır. Haram işlerde kullanılan servetler, menedilmiş şeylerin peşinden koşan evlatlar, başta ideolojiler olmak üzere, şer şeylerin uğrunda harcanan çabalar, hepsi Şeytan’ın yolunda harcanmış demektir.

Sonuç: Ele geçen her nimet, Allah’ın kullarına bir ikramıdır. Nasip edilen nimetlerle ne yapacağı insana bırakılmıştır. Rızasına uygun kullanılan nimetler insanı cennete götürürken, aksi vaki olduğunda insanı bekleyen cehennem olmaktadır.  Kur’ân en büyük nasiptir ve ilim demektir. Kendilerine Kur’ân gönderilen insanlık, ilahî ilimle muhatap kılınmıştır. Kur’ân’a bakıp hakikati idrâk etmek de insanların görevleri arasındadır. İlim âmel içindir. Kur’ân, insanın fiillerine yön ve şekil vermezse şeytanın oyuncağı olmaktan kim insanı nasıl kurtulabilecektir?  Bu dünyanda asıl Kur’ân’dan nasiplenmeye bakmak gerekir.  Kur’ân’daki bilgiler uygulanmak içindir. Rafta duran yahut sadece lafzı okunan bir Kur’ân kimse için hadi olamaz. Bu durum, kapısının önünden akan temiz  çeşmeden su içmek yerine suyun ayağındaki pis sudan ihtiyacını gidermeye çalışmaya benzer. Biri hayat verir, diğeri hasta eder. Allah’ın yarattığı imkânlar ortadadır, insana doğru tercihlerde bulunması için peygamberlik sistemi dahil, akıl ve güç verilmiştir. Kimse nasibim var yok hikayeleriyle kendini kandırmamalıdır.

M, Talat Uzunyaylalı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s