Allah ve Resulü yerine Birleşmiş Milletlere gitmek!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
“Siz ey imana ermiş olanlar! Allah’a, Peygamber’e ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Peygamber’e götürün, eğer Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıyorsanız. Bu hayırlısıdır ve sonuç olarak da iyisidir.” (Nisâ 59)
أَطِيعُواْ – atî’û/itaat edin emrinin sözlük manası boyun eğme, uyma, dinleme, alınan emre göre hareket etme, dinin emrettiklerini yerine getirip yasaklarından kaçınma, demektir. Kime boyun eğilecek, kim dinlenilecektir? Âyet cevabı bize vermektedir: Allah teâla dinlenip itaat edilecek; Hazreti Muhammed (sav) dinlenip itaat edilecek ve ulî-l-emr vazifesini üstlenen idareciler dinlenip itaat edilecektir.
الأَمْرِ –ulî-l-emr sözcüğü, netice itibariyle yönetim erkini elinde tutan kimseler demektir. Hulafa-i Raşidin döneminin yöneticileri olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, ulî-l-emrdir. Onlar bi hakkın Allah’a, Hz. Muhammed’e itaat etmiş kimselerdir.
İslam, hayat nizamıdır, bir sisteme sahiptir. Ayetten anlıyoruz ki daha ilk günden Müslümanların bir dinleri ve bir devletleri vardır. Fıkha (İslam kanunlarına) sahip olan Müslümanlık siyasi otoriteyi emreder. Kendisine itaat edilecek ulî-l-emr sıfatına sahip kimselerin olması, siyasî teşkilat haliyle devletin varlığı, İslam’da zorunludur.
Kuran’ı insanlığa tebliğ eden ve açıklayan Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed itaat edilmeden Allah’a itaat edilmiş olunmaz. Bu konu Nisâ suresinin 80. ayetinde kesin hükme bağlanmıştır: “Peygambere itaat eden, gerçekten de Allah’a itaat etmiştir. Yüz çevirene gelince; zaten biz seni onları korumak için göndermedik ki.”
Müslümanlar bir fetret devri yaşamaktadır. Halkı Müslüman hiçbir ülkede gerçek manada Allah’a ve resulüne itaat edilmemektedir. İslam yasaları pek çok ülkede yürürlükten kalkmış durumdadır. Memleketimiz bunun örneklerindendir. Bugün Türkiye Müslümanlarının yöneticilerinden İslam hukukunu talep etmeye hakları vardır. Ne var ki hiçbir sivil toplum kuruluşu ve parti bu tür konuları gündeme getirmemektedir. Türkiye’de gönüllülük esasına göre işleyen İslam’ın hukuk müesseseleri kurulmalıdır. İsteyen laik mahkemelere gidebilmeli isteyenler de şer’i mahkemelere… Hakikat şudur: Artık Allah’ın emrettiğiyle emredilmemektedir. Durumun vahametine binaen diyoruz ki: Müslümanların yaşadığı bir toplumda ister demokratik usullerle, ister diğer yöntemlerle işbaşına gelsinler, Müslümanlara yöneticilik yapan kimseler, Allah’a ve Resulüne itaati engellemedikleri, Müslümanların hukuk taleplerine sıcak baktıkları sürece, onları da ulî-l emr kabul edip kendilerine itaat etmek gerekir.
Günümüzde devlet teşkilatları çok genişlemiş durumdadır. Müslümanların günlük hayatlarını üstlenmiş validen belediye başkanına, savcıdan hâkime, polisten jandarmaya, öğretmenden din görevlisine… çok sayıda alt yönetici bulunmaktadır. Bu kimseler Allah ve Resulüne bağlı, işlerinde liyakat ve ehliyet sahibi iseler kendilerine uymak yine dinin emridir. Bir Buhari hadisinde Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir Müslümanın kendilerine yetki verilen yöneticilerin emirlerine, hoşlansın veya hoşlanmasın, itaat etmesi gerekir. Eğer emir ona günah olan bir şeyi yapmasını emrederse, o yöneticiyi dinlememeli ve emirlerine itaat etmemelidir.”
Bu konuda pek çok kaynak vardır. Özü şudur: Allah ve Resulüne muhalefet içeren ve Müslümanı günaha sürükleyecek bir şahsa yahut onun emrine uyulmaz. Örneğin haram işler böyledir. Yöneticiler; ‘öldür’, ‘çal’, ‘zina et’ vb. bir emir verdiklerinde yerine getirilmez, haramdır. İtaat ancak doğru olan şeylerde zorunludur.
İslam dünyası tarihler boyunca çeşitli badireler atlatarak bugünlere gelmiştir. Eski zamanlarda olduğu gibi bugün de İslam topraklarında Allah’a ve Resulüne itaat etmeyen, hatta aleni düşmanlık eden, büyüğünden küçüğüne, yönetici sıfatına sahip nice kimseler bulunmaktadır. Müslümanlar bu insanların hükümetinden ve şerlerinden kurtulamıyorsa hiç olmazsa kalpleriyle kendilerine düşmanlık etmek mecburiyetindedirler. Allah ve Resulüne muhalefeti, isyanı, günahı, zulmü, adaletsizliği, kabul etmemek, faillerinden nefret etmek, asgari bir iman şartıdır.
Günümüzde Müslümanların yaşadıkları memleketlerdeki hükümetlerin içler acısı hâlleri ortadadır. Elan pek çok halkı Müslüman ülkede kardeşler kardeşleri öldürmeye devam etmektedir. İslam coğrafyası parçalanmış bir vaziyettedir. Sömürge durumdadır. Yöneticileri, özellikle siyasî sorunlarını, öncelikle Allah ve Resulünü otorite kabul edip oraya götürmemekte, aksine sorunların çözümünü müşriklerden yahut kâfirlerden ummaktadırlar. Bu durum ortada ciddi bir itikat sorunu olduğunu da göstermektedir.
Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Türkiye… İslam dünyası politik iç sorunlarını kendi içlerinde çözememekte, işlerini BM’nin, AB’nin ve ABD’nin siyasi ve hukuki kurumlarının hakemliğine havale etmektedir. Bu durumun üzerinde uzunca durmak gerekir. Ancak biz sadece işaret edip geçeceğiz. Kritik soru şudur: Kendi sorunlarını çözemeyen ve sürekli Hıristiyanların kurduğu merkezlerde çare arayan İslam memleketlerinin başında gerçekten ‘Ulî-l emr’ kimseler var mıdır?
Sonuç: Allah ve Resulü Müslümanların hayat rehberidir. Allah’a ve Resulüne bağlı yöneticiler ve iş görenler de yine Müslümanların rehberidir. Dünya ve ahiret saadeti için kendilerine uyulması imanî ve aklî bir zorunluluktur. Ne var ki, modern zamanların bireyleri ve hükümetleri şaşkınlık içindedirler; kitleleri Allah ve Resulüne değil, kendilerine uymaya çağırmaktadırlar. İslam dünyasında ister bireylerin ister yöneticilerin olsun, Allah’a ve Resulüne uyduklarını söylemek, genel manzaranın izahını mümkün kılmamaktadır.