İslamî bir metot: Sözün gücünü kullanmak!
أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغًا
“Allah onların kalplerinde ne var, ne yok pekiyi biliyor. Onun için sen onlara aldırma, fakat kendilerine öğüt ver ve onlara kendilerine dair, içlerine işleyecek beliğ sözler söyle.” (Nisâ 63)
Âyette geçene قَوْلاً بَلِيغًا – ‘kavlen belîġâ / etkili söz’ ifadesi mühim bir tebliğ kuralını bize öğretmektedir. Etkili sözün faili insandır, ancak sözün kaynağı Allah teâla ve Resulü Ekremi olmak zorundadır.
Hakikati inkâr etmek kolay bir şey değildir; bunun için lafı eğip bükmek, kalpte başka bir inanç besleyip muhatabına onun hoşuna gidecek sözler söylemek, ikiyüzlü davranarak muhatabı kendi kötü niyetine alet etmeye çalışmak hâlleri hep görüle gelmiştir.
Yahudiler ve Hıristiyanlar, İslam’ı kabul etmediklerinden münafıkça davranışlardan tarih boyunca kurtulamamışlardır. Sözle, yazıyla, fiille (savaşlar dâhil) hakikate karşı muhalefet etmişlerdir. Bugün de dinlerarası diyalog vb. ilişkiler, münafıkça bir zemin üzerinde gerçekleşmektedir. Gaye, İslam hakikatini anlamak ve kabul etmek değildir, kendi itikatlarına Müslümanlar nezdinde bir yakınlık kazandırabilmektir. Hıristiyanların kontrolündeki BM vb. uluslararası kuruluşlar da aynı marazî zihne sahiptir; onlar da Müslümanların başına açılan gaileler karşısında bigâne kalmayı daima tercih etmişlerdir.
Bir de kalpleri İslam’a tam ısınmamış kimseler söz konusudur. Bunlar da bir tipolojidir ve tarih boyunca daima var olagelmişlerdir. Bunların kalpleri başka bir şarkı söylemiş dilleri başka bir nağmeyi terennüm etmiştir. Menfaatlerini kıble edinen bu tür insanlar günümüzde de mebzul miktarda vardır.
Peki, mü’minler bu inanç ve fikir guruplarına, riyakâr insanlara ve İslam aleyhtarı uluslararası kuruluşlara karşı nasıl davranmak durumundadır? Hemen söyleyelim ki, söverek sayarak bir şey elde edilemez. Şiddet ve terör çözüm olamaz. Rencide edici ifadeler işe yaramaz. Zaten Kur’ân bize böyle bir yöntem öğretmemektedir. ‘Mü’min ferasetle bakar’ hikmetli sözü gereği, Müslümanlar, Yahudi, Hıristiyan ve diğer ikircikli davranan insanlar ve teşkilatlarla ilişkilerini kesmezler, onların kalplerindeki inkârı ve düşmanlığı bilip ilişkilerini ona göre devam ettirirler.
İşte bu noktada قَوْلاً بَلِيغًا – ‘kavlen belîġâ/ etkili söz’ bir diyalog ve ilişki metodu olarak dikkatimize sunulmaktadır. Savaş bir sonuçtur ve sadece mecburiyet neticesinde kabul edilebilir. İslam karşıtı yapıların söz ve fiillerindeki hataları etkili bir üslupla her ortamda dile getirmek öncelikli bir yöntem olarak kabul edilmelidir. Bu yöntemin içeriğini Kur’ân ve Sünnet şekillendirmiştir. Kur’ân ve Sünnet, Rahmaniyet dairesidir; bu sebeple kâfirlerin, münafıkların, can, mal, ırz emniyeti ve kültürel hakları Kur’ân’da korunmuştur. Allah teâla onlara kendi inançlarıyla var olma hakkını tanımıştır. Tarihsel olarak Müslümanların kurduğu devletlerde Hıristiyan ve Yahudi inanışına sahip insanlara her türlü hakkın verilmesinin sebebi budur. Allah’ın verdiği bir hakkı devlet geri alamaz.
Âyette geçen beliğ ifadesi, sözlükte; iyi, güzel, pürüzsüz söz; yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmiş söz manalarına gelmektedir. Rabbimizin kelamı olan Kur’ân’ı Kerim yüksek bir belagate sahiptir. Kur’ân’ın diğer bir özelliği, îcâzıdır. Îcâz; aciz bırakma, şaşkınlık verme, taklidi mümkün olmayacak derecede güzel ve düzgün söylenmiş söz, insanın benzerini yapamayacağı şey, demektir. Kur’ân’ın belagati ve îcâzı, Kur’ân’ın bir yorumu olan Sünnete de yansımıştır. Efendimizin hadisleri de yüksek bir belagat ve îcâz içerir. O halde İslam dışı yapılarla yürütülecek ilişkilerde, Kur’ân ve Sünnet, mü’minlere, veri hazırlama ve veriyi muhatabına sunma konusunda rehberlik ettiği takdirde, kalbi bozukların hidayetine de vesile olunabilir. Nitekim İslam birçok kavim arasında sözün gücüyle baş tacı edilmiştir.
Kur’ân ve Sünnet, etkili sözün en gür kaynağıdır; hayat bahşeden ebedî bir pınardır; ab-ı hayattır. Nitekim Kur’ân’ın belagati ve îcâzı Arap şiirinin ve hitabetinin zirve isimlerini şaşkınlığa uğratmıştır. Kur’ân’ın belagati ve îcâzı başlı başına bir etki alanı oluşturur ve insanları lafzın okunması ve dinlenilmesi bile mutlu eder.
Genel bir yaklaşımla konuya baktığımızda görürüz ki, dünya edebiyatının roman, şiir vb. seçme eserleri, ünlenmiş politika ve hukuk konuşmaları, felsefe ve ideolojik metinler, insanları etkilemiştir. Sözün gücü daima bir etki alanına sahip olmuştur. Fakat görmekteyiz ki, insan sözü nisyana mahkûmdur; kitleleri peşinden sürükleyen tezlere yine kitleler dönüp tükürmüştür. (Bakınız: İdeolojiler çağı ve sonuçları; Felsefe çağı ve sonuçları.)
Allah’ın insanlığa tebliğ ettiği son din İslam’dır. İslam dini, Allah’ın insanlığa bir nasihatidir. Âyette geçen öğüt, güzel söz, nasihat manalarına gelen kavlen belîġâ ifadesi hidayet üzere olmayan yahut İslam’ı içselleştirememiş kimselere karşı, ‘ne haliniz varsa görün’, demek yerine, onlarla ilgilenilmesi, (iyiliği emir kötülükten sakındırma) bir yöntem olarak mü’minlere öğütlenmektedir. Bir meselenin izahında yahut çözümünde tutulacak yol, öncelikle beliğ sözle, Kur’ân ve Sünnete göre, muhatabı ikna etmeye çalışmak olmalıdır. ‘Lisan aynıyla insan’; ‘Senin kemalin kelamının altında gizlidir’ ifadeleri, sözün içerik ve ifade olarak üsluplu ve tesirli söylenmesi gerektiğini bize gösterir.
Sonuç: İnsan kaba kuvvet ve kırıcı bir üslupla konuştuğunda en yakınındakilere bile sözünü dinletemez. ‘Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır’ sözü bir hakikati ifade eder. Muhatapta değişim meydana getiren söz, etkili söylenmiş söz demektir. Akıl ve vicdanı hizaya sokacak ve harekete geçirecek olan söz, Allah ve O’nun Resulünün sözdür. Kendi sözlerinin değil, Allah ve Resulünün sözlerinin ardına düşenler, kendi nefisleri için olduğu kadar, diğer insanlar için de hidayet kaynağı olabilirler.