Home

4402_branddaddy_small-e1329235909729

Yahudiler; ıslahçı değil ifsatçıdır!

فَبِظُلْمٍ مِّنَ الَّذِينَ هَادُواْ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ أُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَن سَبِيلِ اللّهِ كَثِيرًا*وَأَخْذِهِمُ الرِّبَا وَقَدْ نُهُواْ عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا

 

“Yahudilerin zulmetmeleri ve birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha önce kendilerine helâl kılınan temiz şeyleri haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık. (Nisâ 160-161)

Nisâ suresinin yüz altmış ve yüz altmış birinci âyetleri Yahudi toplumunun karakteriyle ilgilidir. Kur’ân; tarihsel olarak Yahudi karakteriyle ilgili insanlığı uyarmaktadır. Surenin yüz altmış ikinci âyetinde ise şu uyarı yapılmaktadır: İçlerinden bilgide derinleşmiş olanlara, sana ve senden öncekilere indirilmiş olana iman edenlere, özellikle namazlarında dikkatli ve devamlı olanlara, karşılık beklemeden harcayanlara, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inananlara gelince; işte Biz, bunlara büyük bir mükafat bahşedeceğiz.”

Hakk’ı gören, gösteren, yaşayan yaşatan Yahudilerin olduğunu da yine bu âyetten öğreniyoruz. Onlar müminlerin kardeşidir, hürmetle anıyoruz. Öte yandan tarihsel olarak insanlığın ve İslam milletlerinin maruz kaldığı fesadının öncelikli kaynağı Yahudilerdir. Yahudiler, İslam ve Kur’ân neşv ü name bulmaya başlayınca rahatsız oldular. Kendileri inkâr ettikleri gibi başkaları da inkâr etsin diye uğraştılar. İnsanlar Kur’ân yoluna girmesin ve yürümesin diye fikren ve amelen engel olmaya çalıştılar.

Bunları ilk örneği Yahudi asıllı Abdullah Bin Sebe’dir. Hazret-i Osman’ın halifeliği zamanında Yemen’den Medine’ye gelerek Müslüman olduğunu söyledi. Fakat bütün hayatı İslam içinde fitne ve fesat çıkarma yönünde oldu. Kötü niyeti anlaşılınca Medine dışına çıkartıldı. Basra, Şam ve Kufe’de Halife Osman’ın aleyhinde faaliyetler de bulundu. Ashabın büyükleri hakkında yalanlar uydurdu, kardeşi kardeşe düşürdü. Mısır’da, “Hazret-i İsa’nın döneceğine inanıp da Hazret-i Muhammed’in döneceğini yalanlayana şaşarım” diyerek, Hz. Muhammed’in ric’atı fikrini ortaya attı. “Halifelik Hazret-i Ali’nin hakkıydı, Hazret-i Osman onun hakkına tecavüz ederek zalimlik yaptı” fitnesinin kaynağı da bu zattır. Hatta Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’in hilafete geçmeye hakları olmadığını, onların ve diğer Eshab-ı kiramın zulüm işlediklerini ileri sürdü. Etrafına topladığı Müslümanları halifeye karşı ayaklandırdı. Organize ettiği, Mısır ve Irak’tan Medine’ye gelen isyancılar, Hazret-i Osman’ı şehit ettiler.

Hazret-i Ali zamanında fitne ateşini körüklemeye devam eden Abdullah ibni Sebe, Kufe’ye giderek hazret-i Ali’ye yaranmak istedi. Sebe’nin, fitnenin başı olduğunu bilen Hazret-i Ali, onu Medayin şehrine sürdü. Hazret-i Ali’ye ‘Sen tanrısın!’ diyecek kadar fitnesini ileri götüren Sebe ve adamları, Cemel ve Sıffin vak’asında, Müslümanların karşı karşıya gelmesine sebep oldukları gibi, hazret-i Ali’ye de şehit ettiler.

Hazret-i Ali şehit olunca; “O ölmedi. Bulutlara yerleşti, şimşek, yıldırım onun emri ile olmaktadır” diyen de yine Abdullah ibni Sebe’dir. Düzmece sözleri Müslümanların arasında yayıldı. Maalesef Sebe’nin Hz. Ali ile ilgili ileri sürdüğü inanışlar bugün ülkemizde Alevi kültürü içinde yaşamaktadır. Araplar arasında da bu görüşlere inanan Müslümanlar vardır.

Zamanımıza doğru geldiğimizde yine bir Yahudi hareketi olan ve halen devam eden Sabetaycılık yoluyla da İslam’ın içine fitne sokulmaya çalışıldı. Bugün kürsel düzeyde baktığımızda şunu görmekteyiz: Finans ve medya, ekonomi ve bilim, sanat ve mimari, sinema ve tıp daha pek çok alan Yahudi kökenli isimlerin ve şirketlerin kontrolündedir. Yahudilerin dünya ölçeğinde elde ettikleri başarıların iç ve dış sebepleri bulunuyor. Gelişmiş ülkelerdeki Yahudiler kendilerine daima etkili bir yer bulmayı başarmıştır. Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar Yahudiler, dayanışmacı bir millettir. Asimile edilememiş olmaları Yahudilerin inançlarına bağlılıklarıyla da ilgilidir. Bu bağlamda Yahudi kimliğinin korunması ve Yahudi başarısında inancın motive edici gücü görmezden gelinemez. Yahudiler; Siyonist örgütlenme ve Masonik yapılanma yoluyla da dünya ölçeğinde entegre hareket eden tek millettir. Dünyanın başına komünizmi, sosyalizmi, hatta kapitalizmi bela eden Yahudilerdir. Evrimcilik, Freudculuk, felsefi ve fikri kimi akımlar, inkârcı bilim anlayışı (pozitivizm) yine bu milletin insanlığa bir armağanıdır!

Son zamanlarda Batı dünyası İslam’ı ve Müslümanları ötekileştirmek için bir kavram icat etti: İslamofobiya. Bu kavramı medyada ve siyaset sahnesinde sıkça kullananlar ateistler ve Yahudi çevrelerdir. Oysa gerek Tevrat’ta gerekse İncil’de şiddeti meşrulaştıran pek çok âyet yer almaktadır. Özellikle Tevrat metinlerinde tanrı Yahova bir savaş tanrısı olarak takdim edilmektedir.

Tevrat; aşağıya aldığımız âyetler ve benzerleriyle doludur: “Yahudi olmayanın malı mülkü sahipsiz sayılır, ona herkesten önce el koyan, Yahudi onun sahibi olur.”; “Yalnız Yahudi olanlara insan gözüyle bakılır. Yahudilerden gerisi sadece birer hayvandır.”; “Yahudi olmayanların tohumu, hayvan tohumudur.”; “Yahudi olmayanın kanını akıtmak, Yahova’ya kurban sunmaktır.”; “Siz Yahudi olmayanların birini öldürmek suçuyla mahkeme ediliyorsanız, bunu açıkça yeminle inkar edebilirsiniz. Çünkü öldürülen bir hayvandır.”; “Yahudi kendinden olmayan birinin malını çalmak ve işini elinden almakla, iyi bir şey yapmış sayılır.”; “Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözler önünde yere çalınacak evleri çapul edilecek ve karıları kirletilecek.“; “Yavruları yere çarpılıp parçalanacak. Ve gebe kadınların karnı parçalanacak.”; “Onları kasaplık koyunlar gibi ayır. Ve öldürme günü için onları hazırla.”; Ve onlar gömülmeyecekler. Toprağın yüzünde gübre gibi kalacaklar. Leşleri de yerin canavarlarına ve göklerin kuşlarına yem olacak.” ; “O zaman Rab Yahova, bütün milletleri özünüzden kovacak. Ve sizden büyük kuvvetli milletlerin topraklarını alacaksınız. Ayak tabanınızı bastığınız her yer sizin olacak.”; “Mısır ırmağından (Nil), büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.”

Kur’ân’daki cihat âyetlerine takanlar Tevrat’taki, “Lanet olsun Rab’bin işini savsaklayana! Kılıcını kan dökmekten alı koyana lanet olsun!” vb. yüzlerce ifadeyi görmezden gelmekte, Tevrat’ın, şiddeti meşrulaştıran bir içeriğe sahip olduğunu, Yahudi gaddarlığının kökenini, görmek ve göstermek istememektedirler. Ne yazık ki, İncil’de de benzer âyetler yer almaktadır: İncil’de, Hz. İsa’nın gönderilme amacının barış getirmek değil; kılıç, ateş ve ayrılık getirmek olduğu vurgulanmaktadır. Hz. İsa’nın krallığına karşı çıkanların ayakları dibine getirilerek başlarının vurulması; yeryüzündeki tüm otoritelerin yok edilmesi, şiddetin açıkça meşru görüldüğünü ve dünyadaki Hristiyan ve Yahudi uygulamasının  bu inanışa uygun gerçekleştiğini göstermektedir.

Yahova adına, İsa adına kanı dökülen bu kadar Müslümanın hakkı hukuku ne olacaktır? Zihnimiz zayıf, hatırlayınız: ABD Başkanı Bush, Irak’a müdahalesini  haçlı seferine benzetmiş, hatta bunu İncil’deki bir kehanete dayandırmıştı! ‘Tanrının emriyle yapıyorum!’, demişti.

Oysa İslam’da cihadın şartları bellidir. Müslümanlar, kâfir ve münafıkların velayeti altında yaşayamaz. Öte yandan İslam milletleri; tarih boyunca farklı inanç sahipleriyle birlikte ve iletişim içinde yaşamış; fakat ne Yahudi ve ne de Hristiyanlara karşı şiddet uygulamamıştır. İslam olmayanlar, can, mal ve ırz emniyetine sahip olmuş, dinlerini serbestçe yaşamış, ticari hayatın içinde yer almışlardır. Zaman zaman Hristiyan ve Yahudilere karşı görülen baskıcı politikalar ise radikal hareketlerdir. Kaynağı İslam inancı değil, bir nevi çıkar çatışmasıdır.

Mesela: 1915’te Osmanlı devletinin Anadolu’daki Ermenilere tehcir uygulaması buna bir örnektir. Tehcir bir din savaşı değildir, Osmanlı devletinin ayrılıkçı silahlı Ermeni çetelerine karşı ülkesini savunmasıdır. Oysa Hristiyan-Yahudi kültürü ve tarihi, bugün olduğu gibi, şiddeti ve baskıyı daima sergilemiştir. Haçlı seferleri, “Cennetin yolu kâfirleri (Müslümanlar) öldürmekten geçer. Bir kâfir öldürmek cinayet değildir!” sloganıyla asırlarca devam ettirilmiştir.

İslamofobiya gibi kavramlar bugün iç ve dış provokasyon ve manipülasyonların aracı haline getirilmiş durumdadır. Günümüzde Avrupa ve Amerika’da Müslüman varlığı bilinçli olarak ötekileştiriliyor. Gazetelerde ve meclis kürsülerinde Müslümanlara ya da İslam dinine yöneltilen eleştiriler bilinçli bir algı oluşturma çabasıdır. Bireysel kimi suç ve eylemler, kolektif kimlik ve sorumluluk algısına dönüştürülmekte, ardından da her türlü şiddeti içeren eylemlerle, Müslümanlara, ‘Avrupa’dan defolun!’ denilmektedir. Batı’da ve diğer yerlerde Müslümanlara karşı yapılan saldırılar öncelikle siyasidir; fakat arkasındaki inanç ve kültürel geçmiş görmezden gelinemez.

Sonuç: Unutulmamalıdır ki korkunç iki dünya savaşını çıkaran ve üçüncüsünü bölgesel harpler şeklinde devam ettiren Hristiyan Batı’dır. Müslümanlar, bu harplerin faili değil, mağdurudur. Hiçbir İslam ülkesi askeri Batı topraklarında değildir, ancak Hristiyan orduları başta Türkiye olmak üzere, Müslüman ülkelerdeki üslerinde efendilik etmeye devam etmektedir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s