Hayat boyu ara; ama Allah’ın rızasını!
يَهْدِي بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ وَيُخْرِجُهُم مِّنِ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Allah Teâlâ, rızasına tâbi olanları onunla selâmet yollarına götürür ve onları izniyle zulmetlerden nûra çıkarır ve onları dosdoğru yola hidayet eder.” (Mâide 16)
Âyette geçen, رِضْوَانَهُ – ridvânehu ifadesi Allah’ın rızası, demektir. Nefsi için çalışıp çabalayan zifiri karanlıkta kendine bir yol, bir iz açmaya çalışan biri gibidir. Yürüdüğü yol çıkmaz bir sokaktır; nefs yolunun başı meşakkat, sonu ise hüsrandır. Herkesin nalıncı keseri gibi sadece kendine yonttuğu bir zamanda Allah’ın rızası için iş yapmak zordur. Kişi ister kendini kandırsın isterse kandırmasın sonuçta duygu, düşünce, tutum ve davranışlar, Allah’ın razı olacağı bir içerikten yoksunsa, kişi ziyandadır.
Kur’ân’da zikredilen güzel sıfatlara sahip olmak, Allah’ın razı olduğu vasıflarla vasıflanmak demektir. İnsanların genel eğilimi, kendi menfaatleri ve saadetleri doğrultusunda hareket etmektir. Çoğu insanın vazife duygusu da yine kendini merkeze alarak hareket etmesinden ibarettir. İslâm ise, mümine, Allah’ın emrine uygun davranmasını ve böylece Rabbinin rızasını kazanmasını tavsiye etmiştir. Mümin kimselerin gayesi şahsi menfaatleri olamaz, yaptıkları işlerde, Allah’ın rızasını gözetmeleri imanlarının bir gereğidir. Allah’ın rızasını önceleyen her mümin, ahlaken yükselmiş ve bencillikten kurtulmuş sayılır.
‘Bu çağ pragmatizm çağıdır, bu çağda herkes önce kendini düşünmelidir!’ Bu türden anlayışların İslam inancında yeri yoktur. Müslümanların ahlakı, zamana ve zemine göre değişmez. Başkalarının aptallık olarak göreceği iyilikler, fedakârlıklar, Allah’ın emrine uygunsa, insanların ne dediğinin artık bir önemi kalmaz.
Herkes kendi nefsini az çok bilir: Kimi nefisler, helâl haram ayrımı yapmadan, yiyip içmeyi, gezip tozmayı, dünyevî alâkaları pek severler. İnsanoğlu, durup kendini murakabe etmezse eğer, yaptığı şeylerin Allah’ın rızasına uygun olup olmadığını da fark edemeyebilir. Onun içindir ki atalarımız bizi uyarmıştır: Gafleti uzayanın devleti kısalır! İyilikleri ve hayırlı işleri önceleyen kimseler, gaflet gömleğini çıkarmış, rıza kulpuna sarılmış kimselerdir. Allah, onlardan, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.
İhlâslı her mümin sözünde ve fiillinde Allah’ın rızasını gözetir. Rıza üzere yaşayan kişilerin başkasıyla zaten bir kavgası olmaz. Onlar, elâlemin kusurlarının tellâlıcısı değildirler. Rıza ehli, ayıpları örtme ahlakıyla ahlaklanmış kimselerdir. Allah’ın insanı pek şerefli bir varlık olarak yarattığını bilirler. Bu yüzden insana değil, onun yaramaz huylarına karşı çıkarlar. Rıza avcıları, insanlara muhabbet gözünden bakıp, onlara sevgi yüzünden hizmet ederler.
Kendi beninin peşine düşmüş kişiler, bütün âlem, şahsî menfaatlerine uygun davransın isterler. Allah’ın rızasına uygun yaşamayı seçmiş kimseler ise asla böyle düşünmez ve yapmazlar. Onlar, ahlaklı ve vicdanlı kimselerdir. Ahlâkları onlarda çalışan bir vicdan oluşturmuştur. Vicdan, kalpte parlayan bir nurdur ki, kişi bu nurla ötekinin farkına varır. Böylece hem sosyal çevrelerine karşı hem de fizik dünyaya karşı sorumluluk duygusuyla hareket ederler.
Sonuç: Bu bencillik çağında Allah’ın rızasını arayanlar, Hz. Peygamber’in ashabı gibi, güler yüzlü, hoş sohbet, düz insanlardır. Ashaptan kimseler, İslam’la şereflendikten sonra, hayatlarını, Allah’ın emirlerine bağlılıkla ve din hizmetlerinde fedakârlık ve fedailikle geçirdiler. O yüce gönüllüler ordusu, anlamışlardı ki, hayatın gayesi, Allah’ın rızasını kazanmaktan ibarettir. Dünyanın bir manası ve değeri varsa o da insana bu imkânı vermesidir.