Home

Untitled-1

Gerçekten’ habersizler için bir umut vardır!

ذَلِكَ أَن لَّمْ يَكُن رَّبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا غَافِلُون

“Halkı (gerçekten) habersizken Rabbin ülkeleri helâk edici değildir.” (En’âm 131)

Âyet İslâm’dan habersiz bireyin ve toplumun lehine bir müjdedir. Demek dinde sorumluluk o dinin kişiye ve topluma tebliğinden sonradır. İslâmî tebliğ kendisine ulaşmamış kişiye kâfir muamelesi yapmak ilâhî adalete uygun olmayacaktır. ‘İllâ bu insanlar da cehenneme girecek!’ demek, mantıkî bir yargı değildir. Bu, suçsuz birinin ‘sen katilsin!’ diyerek idam edilmesine benzemektedir. Kuralı bilmeyene ‘kuralı çiğnedin, sorumlusun!’ demek, ne kadar mantıklıdır?

Ceza, ister ilâhî olsun ister beşerî olsun bir suç, bir günah, bir zulüm karşılığı olmak zorundadır. Dinî ceza dinin tebliği ve tebliğin inkârı sonucu ortaya çıkabilir. Bu konuda Müslümanların Müslüman olmayanlara İslâm’ı tanıtma yükümlülükleri vardır. (Cihad) Bilen öğretmediği-tebliğ etmediği için sorumludur; bunun da farkında olmamız gerekir.

Kitle iletişimin sınırı yoktur, internet ortamı marifetiyle artık her türlü bilgiye insanların oturdukları yerden ulaşmaları mümkündür. Bu noktadan hareket edip ‘onlarda İslâmî merak edip araştırsınlar, öğrensinler ve Müslüman olsunlar!’ denilebilir. Fakat herkes elini vicdanına koyup düşünmelidir: Bizler dünya dinlerini, felsefî görüşleri ne kadar merak edip onları anlama çabası içine giriyoruz? Allah herkese kendi kültürünü sevdirmiştir. Haliyle herkesin duygu, düşünce, tutum ve davranışı kültürüne bağlı gerçekleşir. Oluşmuş bu paradigmanın değişmesiyse öyle kolayca gerçekleşmeyecektir.

Kur’an’da günahkâr oldukları ve peygamberleri yalanladıkları için yok edildikleri bildirilen kavimler Nûh kavmi, Ashâbü’r-res, Semûd kavmi, Âd kavmi, Firavun’un taraftarları, Lût’un kardeşleri, Ashâbü’l-Eyke ve tübba‘ olarak belirtilmiştir. Daha sonra toplu kavim helâkları yoktur. Hz. İsa ve Hz. Muhammed (sav)’den sonra, günümüze uzanan çizgide, insanlar yer yüzünde iyi-kötü kavramlarını, kültürlerine bağlı olarak, içselleştirmiş, inançları çeşitli nakisalara (şirk) sahip olsa da, inançları yoluyla Allah’ın varlığını tasdik etmişlerdir.

Sonuç: Bugün her kültürde iyi-kötü, günah-sevap kavramları vardır. Her millet ve birey kendi kültürüyle hemhâldır; imkânları -dinlerini de içeren- kültürleridir, sorumlulukları da kültürleri çerçevesinde gerçekleşir. Hud suresi 117. âyette, “Halkı iyi insanlar olduğu halde Rabbin haksızlıkla memleketleri helâk etmez” buyruluyor. Bu âyette gösteriyor ki ceza açık bir delile muhalefetin sonucudur. Kendi kültürlerine bağlı iyi insanlar helâk edici azaba duçar olmayacaktır. “Onları, ondan önce bir ceza ile helâk etseydik, ‘Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık.” (Tâhâ 134) âyeti ve yine Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir. (Kasa 59) âyetleri göstermektedir ki, Allah’ı ve dini tamamen reddeden “…Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilmeyecektir.” (Ahkâf 35)

M. Talât Uzunyaylalı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s