Home

Untitled-1

Mekanı ve zamanı ‘hicret’ ruhuyla yaşamak!

قَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُواْ مِن قَوْمِهِ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَكَ مِن قَرْيَتِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا قَالَ أَوَلَوْ كُنَّا كَارِهِين* قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُم بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللّهُ مِنْهَا وَمَا يَكُونُ لَنَا أَن نَّعُودَ فِيهَا إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ رَبُّنَا وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا عَلَى اللّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ

“Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, Ey Şuayb! Ya dinimize dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları seninle beraber kentimizden çıkarırız, dediler. Şuayb, onlara: İstemezsek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a güvendik. Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında hak ile Sen hüküm ver, Sen hükmedenlerin en hayırlısısın, dedi.” (A’râf 88-89)

Allah’ı iman ve inkar, yahut şirk, insanlı ilk dünya gününden beri çatışma halindedir, denilebilir. Peygamberlerin imanı tebliğ görevleri daima karşı bir güçle engellenmek istenmiştir. Ve birçok peygamber karşı güç sebebiyle doğup büyüdüğü topraktan uzaklaşmak durumunda kalmış, yahut yurdundan çıkarılmıştır.

Peygamberlerin ekserisi kentlidir ve ileri gelen ailelere mensup kimselerdir. Bu sosyolojik durum peygamber hicretlerinin müsebbipleri arasına yakınlarını da katmıştır. Yani peygamberlere karşı çıkanlar öncelikle onların en yakınındaki kimseler olmuştur. Diğer bir ifade ile peygamberlere karşı çıkan, çeşitli düşmanlık ve ihanet içinde olan kimsiler yakınlarındaki bu ‘brütüslerdir.’

Hz. Âdem’den son Peygamber Hz. Muhammed (sav)’e kadar peygamberler, hayatlarının bir bölümünde, hicret durumuyla baş başa kalmıştır. İnsanın önleyemediği bir kuvvetin tazyiki altında görevini, evini barkını, işini gücünü, eşini dostunu bırakıp bilmediği diyarlara gitmesi kolay bir şey değildir. Fakat hicret dönemlerini müteakip ekseri peygamberin muvaffak olduğu, dinin yayıldığı ve müminlerin bir cemaat ve cemiyet olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

Hz. Âdem ahretten dünyaya hicret etmiş ve dinin dünyada ilk kutlu elçisi olmuştur. Tufandan sonra, ikinci âdem denilen Nuh aleyhisselam, yeryüzünde yeni bir coğrafyada, yeni türeyen nesillerle iman kalesini yeniden kurmuştur. Hz. Hûd, Hz. Salih, Hz. Şuayb, Hz. Lût vb. peygamberler, görevlendirildikleri kavimler tarafından hicrete zorlanmıştır. Yine Hz. İbrahim, putlara tapan kavimle yaptığı mücadele sonucu nice sıkıntılara göğüs gerdikten sonra doğduğu toprakları terke mecbur kalmıştır. Filistin, Mısır ve Kenan diyarlarına gitmiş, neredeyse bütün Arap topraklarını dolaşmış bir peygamberdir. Yine Hz. Musa’nın İsrailoğullarıyla Mısır’dan çıkışı, kitlesel bir göçtür ve büyük bir hadise olarak dinler tarihinde yer almıştır. Hz. İsa’da gezginci/hicretçi büyük bir peygamber sıfatıyla Arap coğrafyasını dolaşmış ve geçtiği yerlerdeki insanları Allah’a imana davet etmiştir. İsa aleyhisselamın bu çileli yolculuğunda başına Yahudiler ve Romalılar tarafından getirilmedik  iş kalmamıştır denilebilir.

Malum olduğu üzere, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’de (sav), görevini yapamaz duruma gelmesi ve hayati tehlikeyle baş başa kalması üzerine Mekke’den Medine’ye hicreti emredilmiştir. Ayrıca Mekke yıllarında üç yıl kadar Mekke dışına çıkarılarak, adeta sosyal ve iktisadi hayattan tecrit edilmiş, kendisine tabi olan müminlerle pek büyük sıkıntılar yaşamıştır.

Yerleşik her toplum paradigması kendine tehdit olarak algıladığı karşı paradigmaya direnmiş ve ağır bir düşmanlık göstermiştir. Bu bağlamda vahyin tebliğcisi olan peygamberleri de görev yaptıkları toplum en büyük tehdit saymış, peygamberleri inananlarla birlikte sınır dışı etmekten çekinmemişlerdir. Vahiy tebliğ etmiş bir peygamber yoktur ki düşmanlığa uğramamış, inananların eza ve cefasına maruz kalmamış olsun. Görevlerini canla başla, hatta canları pahasına yapan peygamberler, ıslahları için görevlendirildikleri toplumu, kendiliklerinden terk etmemişlerdir; hicretleri, yine vahiy gereği gerçekleşmiştir. Aralarından peygamber ayrıldığından, günahları sebebiyle helaka uğrayan kavimlerin yerine hicret eden peygamberlerle hareket eden imanlı toplulukla, yeni sosyolojik yapılar ortaya çıkmıştır.

Sonuç: Bir gayeye matuf olarak gerçekleşen hicret İslam tarihi boyunca yaşanmış bir olgudur. İslam coğrafyasında bilginlerin, alimlerin, kamillerin, hatta tacirlerin ve sanatkarların hayatlarında yer değiştirme yaygın bir durumdur. Bilginin, fikrin, inancın, sanatın gelişmesinde bu hicretlerin büyük bir rolü söz konusudur. Hicreti ihsas eden ‘tebdili mekanda hayır var!’ sözünü de iyi anlamak icap eder: Günümüzde maddi imkanları artımış kimi müminlerin, dinlerini daha rahat bir şekilde yaşayacakları yerleri değil de, günahların aleniyet kesbettiği kimi sahil kesimlerini ve bazı metropollerin kozmopolit semtlerini tercih ettikleri görülmektedir. Bu tercihleri hicret ruhunu dikkate almadıklarına bir delil olabilir. Oysa her müminin dikkat edeceği asli bir mesele hicret şuuruna sahip olmak ve bu ruhu kaybetmemektir. Mümin kimseler, hayatlarını bir hicret şuuru ile, zamanı ve makanı, iman selametini gözeterek yaşamaya gayret etmelidir.

M.Talât Uzunyaylalı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s