Düşmanlara ve teröristlere nasıl davranmalıdır?
…وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ…
“Ancak müşriklerden kendileriyle antlaşma yaptıklarınızdan antlaşmadan bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını, süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever.”; “Haram aylar (süre tanınmış dört ay) bitince müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlar ve zekatı verirlerse yollarını açın. Gerçekten Allah, Gafurdur, Rahimdir.” (Tevbe 4-5)
Nisâ suresi yüz yirmi sekizinci âyette “ve-ssulhu ḣayr(un)” buyrulmaktadır. Evet, İslâm; bir sulh dinidir. Ancak Müslümanlara nefislerini, ırzlarını ve mallarını korumaları, vatanlarına sahip çıkmaları da emredilmiştir. Manevi ve maddi değerlerine karşı gizli ve açık düşmanlık eden iç ve dış, her türlü fitne odağıyla mücadele etmeleri Müslümanların üzerine yazılmış ilâhi bir emirdir.
Yapılan anlaşmalara bağlı kaldıkları müddetçe İslâm karşıtı güçlerle savaşmaya yol yoktur. Fakat ortada bir anlaşma olmasına karşın, doğrudan ya da dolaylı, Müslümanların aleyhine çalışılıyorsa, ortada bir anlaşma var diye, gafil davranılamaz. Zira kimin ki gafleti uzar, devleti kısalır! Bu sebeple hainlik edene haddini bildirmek, hukuku ve adaleti korumak İslâmî bir vakardır.
Düşmanın faaliyeti içte ve dışta alenileşmişse artık onlara karşı müsamaha göstermek bir zaaftır. Özellikle içteki fitne odaklarına karşı gösterilen zaaf milletin ve devletin parçalanmasıyla netice verecektir ki, tarihte pek çok örneği vardır.
İşte Allahü Teâlâ, Tevbe suresinin bu iki âyetinde Müslümanlara müşrik ve fitnecilere karşı mücadele metodu öğretmektedir. Beşinci âyetin içinde geçen “..onların bütün geçit yerlerini tutun…” talimatı stratejik, önemli bir uyarıdır. Bu ifadenin hemen üstündeki kısımda yer alan “…müşriklleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın…” emriyle birlikte düşünüldüğünde savaş halindeki düşmana nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili hükümet tedbiri de açık şekilde ortaya çıkmış olmaktadır.
Ülkemiz özelinde düşünürsek, bugün İslâm milletinden kopmuş, milleti ve vatanı bölmeye çalışan ve bu uğurda silahlı mücadele eden Marksist-Leninist vb. itikatlara sahip, aralarında Hıristiyanların hatta İslâm karşıtı daha başka inanç sahibi kimselerin olduğu, fitne gruplarına karşı uygulanacak mücadele yöntemi, âyetin ortaya koyduğu çerçevede olmaya mecburdur. Silahlı fitneye karşı takınılacak merhamet dili, galibi mağlup kılacağı gibi, izzetliyi de zillete mahkum edecektir.
Sonuç: Ortada devlete ve millete yönelmiş silahlı bir kalkışma varsa o ülkenin Müslümanlarına, tabii hükumetlerine düşen görev, silaha silahla karşılık vermek, teslim olanı tutuklayıp yargılamak, bir üsleri, inleri varsa orayı kuşatmak, bütün iletişim sistemlerini ve ulaşım yollarını gözetleyip giriş çıkışlarını engellemek farz hükmünde bir görevdir. Bunun tek istisnasını yine Rabbimiz belirtmiştir: “…Eğer tevbe edip namaz kılarlar ve zekatı verirlerse yollarını açın. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tevbe 5)
M. Talât Uzunyaylalı