Allahü Teâlâ’nın müminleri tarifi
التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
“Tevbe edenler, ibadet edenler, hamt edenler, seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen müminleri müjdele.” (Tevbe 112)
Bu ayette zikredilen sıfatlar mümin kimselerin nasıl kimseler olduğunu yahut olmaları gerektiğini bize açıkça beyan etmektedir. Müminlerin, ayette sayılan sıfatlarına baktığımızda şu manalar ortaya çıkmaktadır:
Tâibûne: Tövbe edenler: Tövbe; imanlı kişinin Allahü Teâlâ’ya karşı, bilinçli bilinçsiz, yaptığı kulluk hataları karşısında duyduğu üzüntü ve pişmanlıktır. Tevbe, kişinin iman sahibi olduğunun en mühim bir göstericisidir. Kul, hatadan beri olamaz, bu yüzden mümin kişi, daima bir tövbe hali üzere yaşar, yaşamalıdır, çünkü ölüm her an gelebilir. Estağfurullah sözcüğü müminlerin Allah’a karşı kullandıkları meşhur özür açıklama ve bağışlanma ifadesidir. Estağfurullah diyen kişi günahını ikrar etmiş ve Allah’tan günahını affetmesini istemiş olur.
Âbidûne: İbadet edenler: Abid; Allahü Teâlâ’ya kulluk eden kimse demektir. Beş vakit namaz kılmak, bir ay oruç tutmak, zekât ve sadaka vermek, hacca gitmek, haramlardan kaçınmak, cihat zamanı malı ve canı Allah uğrunda severek vermek, anaya babaya, konu komşuya iyilikte bulunmak vb. Mümin kişinin Allah için yaptığı bedenî, malî ve lafzî fiillerin tamamı kulluktur.
Hâmidûne: Hamt edenler: Hamt; Âlemlerin Rabbi Allah’ı tanımak ve O’na, verdiği hayat ve nimetler ile vereceği Ahret hayatı ve Ahret nimetleri için teşekkür ve şükretmektir. Dünya hayatı bir imtihan hayatıdır; bu hayat yaşanırken gâh safa olur, gâh cefa. Mümin kişi, iradesini müspet yolda kullanır, sonuç hoşuna gitsin ya da gitmesin, sonucu Allah’tan bilir ve razı olur. Hamt dairesinin göndere çekili bayrağı, rıza bayrağıdır. Rıza bayrağının altında toplananların en meşhur şükür ifadeleriyse elhamdülillah ifadesidir.
Sâihûne: Seyahat edenler: Allah’ın rızası için sefer çıkmak, cihat için olabileceği gibi, Allahü Teâlâ’yı, Hz. Muhammed’i (sav), Kur’an’ı anlatmak gayesiyle de olabilir; ilim ve fen öğrenmek gayesiyle seyahat yapılabileceği gibi, yeni-eski kavimlerin hallerini ve bakiyelerini görüp değerlendirmek için de olabilir. Yine sefere çıkmak, dini ve dünyevi (ticaret, vb.) bir gayeye de matuf olabilir. Niyet Allah’ın rızasını elde etmek olunca her seyahat kişiyi geliştiren bir kazanç demektir.
Râkiûne: Rükû edenler: Rükû; huzur-u ilahide beli eğilen mümin kişinin değerli bir fiilidir. Rükû namazın bir rüknüdür. Allah’ın huzurunda eğilmek müminlere kolay inkârcılara zordur. İnkârcının nefsi onu aldatır ve kendini üstün gösterir. ‘Ben kimsenin önünde eğilmem!’, der. Kibir ve inadı sahibi şeytanı taklit eder. Mümin, kibrini ve inadını ayakları altına alıp Rabbinin huzurunda eğilip ‘Sübhanerabbiye’l-azîm/Rabbim büyüktür’ demesi onun için büyük bir saadettir.
Sâcidûne: Secde edenler: Secde; mümin kişinin Allah’ın huzurunda başını yere koyup, Rabbini yüceltmesidir. Efendimiz (sav) buyurdu: “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, O’na secde ettiği andır.” Mümin kişinin secdede ‘Sübhanerabbiye’l-a’lâ/Rabbim yücedir’ demekle kendi aczini, kusurunu itiraf etmiş olmaktadır. Rükû ve secde ile kusurlu kul, kusursuz Rabbine sığınmış olur, rahat eder. Allah’ın kabul ettiği her rükû ve secde ile kişi aciz, zayıf bir kulken manen bir sultan olur. Öyle bir derecedir ki bu, dünyanın imansız kodamanları, rükû ve secde sahibi müminin paçasına erişemez.
Âmirûne bilma’rûfi ve nnâhûne anilmunker: Allah’ın emirleri iyi, yasakları kötüdür. Mümin kişi iyi olanı nefsine ve mes’uliyeti altındakilere emreder; kötü olanı ise nefsine ve mes’uliyeti altındakilere yasaklar. İnsanları iyi olana/hayra çağırmak, kötülükten uzaklaşmalarını istemek Kur’an’da çeşitli ayetlerde mümin kişilere bir vazife olarak emredilmiştir. İyiliği emir kötülüğü men her müminin vazifesi olduğu gibi İslam devletinin de esaslı bir görevidir. Bu o kadar mühim bir vazifedir ki, müminlerin bir millet/ümmet olarak yaşamaları bu vazifenin ifasına bağlıdır. ‘Bana ne? Herkes kendi bacağından asılır!’ şeklindeki sözlerle bu vazife ihmal edilirse toplum fesada meyleder ve neticede ifsat olur. Sonunda yaş kuru, herkes beladan payını alır. Hüsran, gözyaşı, ah vah her yanda çoğalır. Tevhid evi çöker, tefrika cemaatleri, partiler, ideolojik kamplaşmalar, kavmiyetçilik vb. haller her yanı sarar. İslam dünyası bugün bu hastalığın pençesinde kıvranıp durmaktadır
Velhâfizûne lihudûdiAllâh: Allah’ın koyduğu sınırlara dikkat edenler. Allah’ın, Kur’an’da emrettiği hükümler, koyduğu yasaklar, mümin kişinin hareket alanını belirler. Ticarette, sosyal hayatta, adaletten, bir hakkı alıp vermeye kadar kişinin referansları Allah’ın Kur’an’ıdır. Bunun dışı, ilahi hukukun dışıdır. Kişi aynı anda iki yerde olamaz. Her mümin hududun içinde mi hududun dışında mı olduğunu gözetlemeye mecburdur. Murakabesiz İslami hayat yaşanamaz.
Sonuç: Vebeşşirilmuminîne: İşte bu değerdeki müminleri müjdele. Allahü Teâlâ, bu sıfatlara sahip Müslümanlardan razı olmuştur.Cennet’ini ebedi bir yurt, bir mutluluk evi olarak onlara tahsis etmiştir. Allah’a iman, itaat ve ibadet, bu fâni dünyada kime nasip olmuşsa o sevinsin; çünkü o, evet, bir kuldur; fakat o, her iki âlemin sultanıdır.
M.Talât Uzunyaylalı