Home

fft64_mf1466157

İşitmek ve görmek üzerine İlahî bir değerlendirme

وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُونَ إِلَيْكَ أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُواْ لاَ يَعْقِلُونَ ﴿٤٢﴾ وَمِنهُم مَّن يَنظُرُ إِلَيْكَ أَفَأَنتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُواْ لاَ يُبْصِرُونَ ﴿٤٣﴾

“Onlardan seni dinleyenler de var; akıllarını kullanmayan sağırlara sen mi işittireceksin?”; “Onlardan sana bakanlar da vardır; peki, körleri doğru yola sen mi ileteceksin? Hele gönül gözleriyle de görmüyorlarsa!” (Yunus 42, 43)

 

Kuran’da ‘bakmak’ ve ‘görmek’ eylemiyle ilgili ifadeler incelendiğinde karşımıza çıkan sonuç şudur: Allah (cc), bakılan şeyin anlamlandırılmasını istemektedir ki gayenin şey’lerdeki ilâhî ilmi görmek ve bu şekilde âlemin yaratıcısını tanımaktır. Resulü görmek de, O’nun şahsını görmek değildir, Allahü Teâlâ’nın resulüyle yapmakta olduğu şeyi görmektir. Bakmaktan maksat, bakılan şeydeki anlamdır. Anlama ulaşıldığında görme eylemi gerçekleşmiş olmaktadır. Aksi bakış, hayvanların bakışı gibidir, hayvanlar baktıkları şeylerin anlamına ulaşamaz. (Allah’ın tanımıyla, bakma fiilinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili birkaç örnek âyet için bakınız: Âl-i İmrân 77, A’râf 185, Şu’arâ 7, Rum 9, Sâd 52, Mü’min 69, Gâşiye 17, 19, 20)

Kuran âyetlerinde ‘işitme’ fiili de bakma fiilinde olduğu gibi, işitilen sözdeki anlamın kavranılmasıyla ilgilidir. ‘İşittim’ demek, işitilen sözle verilen mesajı anlamak demektir. Kişiyi, işittiği sözdeki anlama ulaştıracak olan da, öncelikle akıl değil, kalp/vicdandır. Tersi işitme, hayvanların işitmesi gibidir, hayvanlar işittikleri sözün anlamına ulaşamaz. (Allah’ın tanımıyla, işitme fiilinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili birkaç örnek âyet için bakınız:  Â’raf 100, 179, 198, Şu’arâ 212, Kasas 71, Lokman 7,  Fâtır 14.) 

Ne kulağın ne de gözün bir iktidarı yoktur; kulak işitmeye, göz görmeye muktedir değildir. Eğer aksi gerçek olsaydı, herkes aynı şeyleri duyar ve görürdü. O halde insanların bakışı önemlidir; insanların baktığı şey değil. İnsan, bir şeye bakar, bir şeyi işitir ve ona aklî yahut hissî, ilgi gösterirse, işittiği ve baktığı şeyle ilgili bir fikre sahip olduğu söylenebilir.

Gerçekten işitmek ve gerçekten görmek sonuç doğurur. Sonuç doğuran işitme ve görme aslında paradigmayla yapılan bir eylemdir. Kişi, bir sesi, bir görüntüyü değerlendirirken, daha önceden edinilmiş bilinçle hareket eder. O halde şunu ileri sürebiliriz: İnsan kulağıyla işitir, gözüyle görür; fakat aklı ve vicdanıyla değerlendirir. Vicdan ise duygu, düşünce, tutum ve davranışın arkasındaki gerçek muharriktir.

Ayette gönül gözü olarak ifade edilen “Vicdan” insan ruhunun en saf halidir ve ilahî ilhamın işitildiği yerdir. Vicdan kişinin iç sesidir; vicdan fıtraten doğruyu yanlışı hisseder. Ahlaki erdemler vicdanın bir tezahürüdür. Kişi, yanlış bir iş yaptığında rahatsız olur; iyi bir iş yaptığında ise sevinç ve mutluluk duyar; her iki hal de vicdanın görünme biçimidir.

Vicdan; görme, işitme, koklama, tat alma, dokunma, düşünme, hayal etme, hafızada tutma gibi her kişiye verilmiş bir özdür. İnsanı insan yapan aklı yahut hisleri değil, vicdanıdır. O, insandaki Hak terazisidir; işi, kişinin her duygu, düşünce, tutum ve davranışını tartmak ve kişiye söylemektir.

Kişinin yapacağı iş, aklına-mantığına uygun olsa da, vicdanına tersse o işi yapmamalıdır. Akıl, her türlü gerekçeyi, tabir yerinde ise, kılıfı üretmekte mahirdir; fakat vicdanın onayını almadan aklın ve hissin gerekçeleriyle eyleme geçen kişi hata yapmaktan kurtulamayacaktır.

İç ses, Ebu Cehil’de de vardı Ebu Leheb’de de. Fakat kültürleri ve çıkarları onların iç sesini bastırmaya yetmiştir. Vicdanlarının uyarılarını bastırdıklarından Muhammedî hakikati işitip görememiş ve temsil ettiği ilahî hakikatlerin en büyük düşmanı kesilmekten geri durmamışlardır.

Peygamberler ve onların samimi takipcileriyse adeta vicdanın sesidirler; onlar düne, bugüne ve geleceğe ferasetle bakmış ve gereğini yapmışlardır. Ferasetle bakış, vicdani bakış demektir. Allahü Teâlâ’nın ayetleri perspektifinden düne, bugüne ve geleceğe bakış kimde varsa o vicdanın adamıdır; mümindir, müstakimdir. Vicdanını bastıran, susturan kişi akıl ve his dünyasında bir şaşkındır; geçmiş, an ve gelecek onun için birer meçhuldür, karanlıklarla doludur; şüphe cehennemi onları daha yaşarken yeyip bitirir.

Modern toplum bir akıl ve duygu toplumudur; modern toplumda vicdan, kesif bulutların ardındaki güneş gibidir; ne ışık ne de ısı verir. İdeoloji, parti taraftarlığı, şu bu yandaşlığı, ırkçılık, her türlü ötekileştirici tutum ve davranış,  vicdanın önünü kesen azılı birer eşkıya ordusu gibidir. Bunlardan canını kurtarıp da vicdanına ulaşabilen insan sayısı ise çok azdır.

Sonuç: Kişi, Kuran ve Sünnetle işitmesine ve bakmasına bir düzen, bir ahenk kazandırmamış ise, vicdandan uzak, akıl ve duygu marifetiyle yaptığı işitme ve görme, menfi neticeler ortaya çıkaracak ve kişi, hayat boyu, sıkıntıdan sıkıntıya, mutsuzluktan mutsuzluğa sürüklenmekten kurtulamayacaktır. Yukarıdaki ayetler ihtar ediyor ki: Kişi, kendini ve dünyayı, vicdanından bakarak değil de, nefsinden bakarak görüp dinlediğinde hakikatle hemhal olamayacaktır. Böylesi insan, gözü olduğu halde bir kör; kulakları işitir olduğu halde bir sağırdır. Göz odur ki Hakkı göre, kulak odur ki Hakkı işite, vesselam!

M.Talât Uzunyaylalı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s