Hayat bir yolculuk; yolculuğun
seni nereye götüreceğini biliyor musun?
وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَن يُؤْمِنَ مِن قَوْمِكَ إِلاَّ مَن قَدْ آمَنَ فَلاَ تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ
“Nuh’a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından dolayı artık üzülme.” (Hûd 36)
Her peygamberin, ilâhî tebliğe kayıtsız kalan insanların akıbetini düşünüp üzülmesi onların merhamet yüklü sinelerinin bir tezahürüdür. Nitekim her mümin yüreği de böyle değil midir? Fakat hissi bakmayıp şu gerçeği de görmezlikten gelmemelidir: Kâfir kavim bireylerinin işi mümin kimselere karşı gizli-açık düşmanlık etmektir. İnanmayanların bu tavrına peygamberler ve inananlar tarih boyunca muhatap olmuşlardır.
Modern toplumun din dışı ve aşırı sekülerleşmiş sosyal katmanlarında yer alan insanların imanlı insanlarla olan ilişkileri, elbise değiştirmiş dünkü müşriklerin ilişkileriyle aynı kabul edilebilir. Dünün müşrikleri, inananları aşağı sınıftan, köylü, cahil, iyi eğitim almamış, zengin olmayan kimseler olarak, hem kafalarında hem de sosyal hayatta, ayırıp ötekileştiriyorlardı. Günümüzde de, inançsızların inananlara bakışı, üç aşağı beş yukarı, dünün kâfir bakışının benzeridir.
Günümüz İslam toplumunda da artık, “ateistiz!”, “laikiz!”, “kahrolsun şeriat!” diyen kimseler ve bu kimselerin etrafında toplandığı cemiyetler ve siyasi partiler vardır. Müslümanlar, maddi ve manevi imkânları ne olursa olsun, bu insanların etkisinde kalmamalıdırlar. Bilinçli olarak ateizmi seçmiş, Müslümanlarla uğraşan bir insanın akıbetine üzülmeye gerek yoktur. Müslümanlar Allah’ın sevdiğini sevmeye, sevmediğini de sevmemeye mecburdurlar. Değil mi ki bu insanlar kişinin en yakınındaki kimseler olsunlar! Nitekim Nuh (as), Allah’a inanmayan ve gemiye binmediğinden boğulan oğlu için üzülünce Allahü Teâlâ, Nuh (as)’ı ikaz etti: “Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş yapmıştır. Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” (Hûd 46)
Sonuç: Allah’ın kâfirlere yapacağı muamele adalettir. Allah’ın hukukuna muhalefet edilmesinin kişinin aleyhine sonuçlar doğurmasından daha tabii ne olabilir? Kâfir, Allahü Teâlâ’nın hukukuna isyan ettiği gibi, Allah’ın arzında, Allah’ın kullarına ve diğer mahlûkuna karşı da zulümkarlıktan kendini alıkoyamamış kimsedir. Ateist felsefeye bağlı küresel kapitalizmin ve pozitivizmin, bugün insanı ve tabiatı, varlıkların maddi ve manevi mahiyetlerini nasıl sömürdüğünü, herkes görmektedir. Şu anda dünyadaki bütün çatışmaların gerçek faili bu zihniyete sahip kimseler ve onların ülkeleridir. Bu zalimlerden mazlumların hesabını kim sorabiliyor? Peki, mazlumların ahı yerde mi kalacak sanılıyor! Allah’ın vaadi vardır: Zerre kadar hayır yahut zerre kadar şerrin karşılığını, inanmış yahut inkâr etmiş, kullar görecektir. O halde inançsızların başına bu dünyada gelenlerden ve ahrette karşılaşacakları ‘cehennem adaletinden’ dolayı asla üzülmemek gerekir. Ahrete intikal eden her insan için iki sonuç kesindir: Ya cennet ya da cehennem! Kişi cehenneme onu hak ettiği için girecektir, cennet dahi Allah’ın, kulundan kabul ettiği iman ve amelin bir neticesidir. Dünya hayatını yaşayan akıl sahibi her insan için, yaşadığı hayat bir yolculuksa -ki, öyledir-, bu yolculuğun kişiyi nereye götürdüğü en önemli sorudur. Nuh’un (as) oğlu dağa kaçarak tufandan kurtulacağını sandı, dağ yolunda boğuldu! Allah’a kul olanlar ise geminin sırtında selâmet kıyısına ulaştılar, elhamdülillah.
M.Talât Uzunyaylalı