Mümin için mesele deveye sahip çıkma meselesidir!
وَيَا قَوْمِ هَذِهِ نَاقَةُ اللّهِ لَكُمْ آيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللّهِ وَلاَ تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرِيبٌ
“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın devesi. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin içsin. Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.” (Hûd 64)
Rivayet şu şekildedir ki, Hz. Salih’in aralarına peygamber olarak gönderildiği Semud kavminin kodamanları, ‘Madem peygambersin o halde şu kayadan bir deve çıkar da sana inanalım!’ dediler. Hz. Salih, dua etti ve Rabbimiz, Hz. Salih’in duasını kabul buyurdu. Bir mucize eseri olarak, kaya yarıldı ve içinden göz alıcı, muhteşem bir dişi deve çıktı. Ayette bu varlığı, Rabbimiz, “nâkatuAllâh/Allah’ın devesi” şeklinde tesmiye etmiştir. Bu devenin daha sonra doğurduğu da rivayetler arasındadır. Rabbimiz, bu deveye dokunulmamasını, devenin otlaklarda özgür bir şekilde yeyip içmesine engel olunmamasını ve ona yine herhangi bir kötülük yapılmamasını emretmiştir. (7/73) Fakat Hz. Salih’in azgın kavmi uyarıya kulak asmamış, aralarında icma edip “nâkatuAllâh/Allah’ın devesi”ni öldürmüşlerdir. Sonuçta isyanları hüsranlarıyla neticelenmiştir. Her asi millet gibi, Hz. Salih’in küfürde kalmış Semud kavmi de helake uğramaktan kurtulamamıştır. Onların asi ruhları da benzerleri gibi “ilâ cehenneme zumerâ/cehenneme bölük bölük sevk edildiler.”
Bu mübarek âyetin zahir manası malûmdur. İşâri bir mana olarak da şu fikri ileri sürebileceğimizi düşünüyoruz: Allahü Teâlâ, gönderdiği her peygamberi vasıtasıyla kavimlere, mümin ve kâfiri ayırmak için, amel-i salihi emretmiştir. Emir ve yasakların varlığı, amelin varlığıyla zahir olmaktadır. Kulluk göstergesi namaz, zekât, hac vb. ibadetler olduğu gibi içki, kumar, fuhuş gibi düşük ahlaki davranışlardan içtinap edilmesi şeklinde de tezahür etmekte, ya da ‘deveye iyi muamele yapılması’ yahut ‘ırmağın suyundan bir avuçtan fazla içilmemesi (Bakara 249)’ gibi yasaklarla da yine iman test edilmektedir.
Ne var ki, insan zayıf bir varlıktır ve iman devesini nefs-i emmare kılıcıyla yaralamak ve sonunda onu öldürmek, modern zamanların yaygın bir cürmüdür. İman, insanın batınından (maneviyat dağından) zuhur eder; Salih Peygamberin Allah’a iman alameti olan devesinin dağın içinden çıkıp gelmesi gibi, iman devesi de maneviyat dağından zuhur etti mi, o iman devesi, amel-i salih elbisesini giymiş şekilde derhal zahirde gözükür; kişi, artık mümindir.
Allah, maneviyat dağından doğup amel sıfatıyla zahir olan iman devesinin gelişmesini ve varlığını şuurlu bir şekilde gerçekleştirmesini istemektedir. Fakat nefs-i emmare, Allah’a itaati değil, kendi istediğini yapmayı tercih ettiğinden, kişide iman-küfür çatışması zuhur eder. Kişi Kuran’ı dinleyip, sabırla, Allah’a kulluğa devam edip nefs-i emmaresini baskı altında tutmazsa, önce fikri ve zikri, sonra ameli bozulur; imandan eser kalmaz, iman devesi kenz olur, gizlenir. Bu, bir nevi kişinin kendi iman devesini öldürmesidir.
Sonuç: İman devesi, Allahü Teâlâ’ya ait bir hakikat-i insaniyedir; ruh-i insanın batınında doğar ve amel olarak aşikâr olur. İnsan, nefs-i emmare mertebesinde kaldıkça iman devesine karşı gizli açık muhalefet ve hatta düşmanlık etmekten geri durmaz. Yine Kuran uyarısıyla; insan pek cahildir ve kendi kendinin düşmanıdır. Rivayet ederler ki, Hz. Ali, şehit edildikten sonra, defnedilmek üzere deveye yüklenen cenazesini, yine devenin yularını tutarak, kendisi kendi cenazesini alıp gitmiştir! Bu mecaz anlatımın ihsas ettiği de Allahü âlem aynı mana olmalıdır: Kişinin maneviyat dağından doğan iman devesi, amel-i salihle yaşar ve neşv ü nema bulursa, kişi vefat ettiğinde nefs-i emmare cesedini, amel-i salih devesiyle alıp cennete gider, inşallah.
M.Talat Uzunyaylalı