Hz. Yakub ve oğullarının
bize öğrettiği ders!
لَّقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِّلسَّائِلِينَ
“Şüphesiz Yusuf’la kardeşlerine ait vakalarda soranlar için ayetler/ibretler vardır.” (Yûsuf 7)
Yûsuf suresindeki Hz. Yakub, Hz. Yûsuf ve kardeşleriyle ilgili hikâyede, tarihsel bir olay üzerinden, evrensel geçerliliği olan dersler söz konusudur. Şüphesiz bu sure, insanlığa anlattığı toplumsal, bireysel, sosyolojik, psikolojik, din, ahlak, siyaset ve ekonomi gibi farklı alanlarda pek çok yol gösterici özelliğe sahiptir. Biz, bu yazıda, sadece sevgi ve kıskançlık konusuna değinecek ve her iki duygunun sonuçlarını göstermeye çalışacağız.
Hikâye malûm; Hz. Yusuf’u kıskanan kardeşleri onu götürüp bir kuyuya atarlar ve Yûsuf’u çok seven babalarına da onu kurdun yediğini söylerler. Daha sonra bu yapı üzerine gelişen hadiselerin sonuçları bize ibretlik bir vaka olarak gösterilir.
Surenin sekizince âyetinde Hz. Yakub’un oğullarının Hz. Yusuf’u götürüp kuyuya atmalarının sebebinin kıskançlık olduğunu öğreniyoruz: “İż kâlû leyûsufu veeḣûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ / Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir.” Ayetin devamında “venahnu usbetun / biz cemaatiz.” İfadesini, sonra da babaları Yakub’u suçlayıcı şu ifadeleri yer almaktadır: “inne ebânâ lefî dalâlin mubîn / Muhakkak ki babamız, apaçık bir hata içindedir.”
Hz. Yakub’un oğulları, “venahnu ‘usbetun / biz cemaatiz.” ifadesini kuşkusuz sadece sosyolojik bir tespit olarak ileri sürmemişlerdir. (Usbe kelimesinin sözlük anlamı şöyledir: Birlik, teşkilat, örgüt, topluluk, cemaat, ondan kırka kadar olan erkek topluluğu; baba tarafından hısımlar.) Bu ifadeyle bir aile yahut soy üstünlüğünün de ileri sürüldüğünü düşünebiliriz. Yakub’un oğulları adeta şöyle demek istemişlerdir:
‘Biz Allah’ın seçtiği ve görevlendirdiği bir kavmin önde gelenleriyiz. Babamız Yakub, bir peygamber olduğu gibi atalarımız İshak ve İbrahim de kavmimizin peygamberleridir. Bizim diğer insanlara karşı bir üstünlüğümüz vardır. Babamız açık bir yanlışın içindedir; üvey kardeşlerimiz Yusuf ve Bünyamin’i bize tercih ediyor; ikisini bize üstün tutuyor. Oysa biz onların ağabeyleriyiz; yaşça da tecrübece de onlardan üstünüz. Fakat babamızın muamelesi tam tersidir; sanki Yûsuf bizim büyüğümüz biz de onun küçük kardeşleriyiz! Açıkça görülüyor ki babamız bu ayrımcılıkla bize karşı, toplumumuza karşı haksızlık yapmaktadır. Yûsuf’a gösterdiği aşırı sevgi, akla, mantığa ve geleneğimize aykırıdır. O halde bu durumu nasıl düzeltmelidir? Babamızı öldürecek halimiz yok, Yûsuf’u ortadan kaldıralım, o zaman babamız bize yönelir, soyluluğumuza, asaletimize, topluluğumuza yakışır bir şekilde bize muamele eder.’
Kıskanç kardeşler Yûsuf’un ortadan kaldırılması konusunda anlaşırlar. Peki, Yûsuf’tan nasıl kurtulacaklardır? Bir kardeş şu öneriyi yapar: “Uktulû yûsufe… / Yûsuf’u öldürün!..” Diğer kardeşleri bu çözümü biraz sert bulurlar ki, şahıs ikinci teklifini yapar: “…evi-trahûhu erdan / yahut bir yere atın!…”
Malûm olduğu üzere ikinci teklif uygulanır. Hz. Yakub’un yanından bir desiseyle alınan Yûsuf, Mısır yolu üzerinde uzak bir noktaya götürülüp bir kuyunun içine bırakılır. Yakub’un gönlünü çalan oğul böylece aradan kaldırılmıştır; artık babalarıyla aralarındaki sevgi engeli kalkmıştır; babalarından bekledikleri ilgiye ve değere kavuşmayı umabilirler.
Bu yapıda insanın iki temel özelliği, sevgi ve kıskançlık duygusu ve sonuçları, dikkatimize sunulmaktadır. Kıskançlık; insanın başkasında gördüğü iyi şeylerden ve erdemlerden dolayı acı ve öfke duyması ve başkasında bulunan bu faziletleri yok etmeye çabalamasıdır. Bu huy, örtülü ve açık bir şekilde hemen her insanda vardır ve tabii ki, neticesi kötülük ve çirkinliktir.
Kıskanç insanların aynı zamanda yalan söylemeye meyilli olduklarını yine kıssadan anlayabiliyoruz. Yakub’un oğulları, peygamber çocukları olmalarına rağmen, yalancılıklarını, hem Yûsuf’un, Hz. Yakub’un yanından alınmasında ve hem de Yûsuf’u kurt yedi masalını uydurarak ve kanıt olarak da kanlı gömleğinin getirip Yakub’un önüne koyarak, göstermişlerdir. Demek ki, Yakub (as)’ın on oğlu bir cinayet planlayabilmekte ve bu cinayette bir rollerinin olmadığını kanıtlamak için de her türlü lafzi yalan ve eylemli yalana tevessül edebilmektedirler.
Kısaca yalan; bir şeyi olduğundan farklı anlatmaktır. Kişilerin yalana bir şeyi elde etmek, bir şeyi gizlemek yahut bir şeye zarar vermek için başvurdukları bilinmektedir. Hz. Yakub’un yalancı ve cani ruhlu oğulları aynı zamanda kötü niyetli kimselerdir. Çünkü yalanın olduğu yerde iyi niyetten artık söz edilemez. Görünüşte iyilik yapıyormuş gibi gösterip kalplerinde başka niyetler taşıyanlar, ilişkilerinde kurnazlık, hile ve kişiyi gafil avlama arzusu üzere hareket ederler.
Peki, bu noktada durup şöyle bir düşünce ileri sürebilir miyiz: Yakub’un oğullarını kıskançlığa sürükleyen, yalana ve cinayete teşebbüs ettiren, Yûsuf’tan nefret etmelerini sağlayan babalarının bilerek bilmeyerek, oğulları arasında ayrımcılık yapması, bir çocuğunu diğerlerinden daha fazla sevdiğini ve üstün tuttuğunu açıkça göstermesi sebep olmuştur.
Kanaatimce bu değerlendirmeyi yapmak mümkün gözükmektedir. Burada insanlığa psikolojik bir ders verilmektedir: Eğer ana baba, çocukları arasında, sevgilerinde vb. tutum ve davranışlarında, ayrımcılık yaparlarsa bunun karşılığında diğer çocuklarda ortaya çıkacak olan kıskançlık ve yalancılık başta olmak üzere vefasızlık, hainlik, kibirlilik, merhametsizlik, ciddiyetsizlik, asilik, kardeşler arasında nefret gibi daha başka kötü haller olacaktır.
Hikâyenin ikinci güçlü teması da sevgideki aşırılıktır. Sevgide aşırılığa kaçmak ve ölçüyü kaybetmek aşk olarak tanımlanmıştır. Bu duygu da insanı bir bakıma kör eder; sevgi sarhoşluğu her şeyi bir örtü gibi gizler. Kişi çevresinde olup biteni tam olarak değerlendiremez. Aşkın, psikolojik ve patolojik sonuçları malumdur. Arzuya yenik düşmemek kaydıyla gösterilen sevgi suyun kurak araziye ettiğini insana eder. Sevgisiz her ilişkinin neticesi çölleşmedir. Ancak nasıl aşırı sulama zararlıysa aşırı sevgi de zararlıdır. İslam her işte orta yolu bize emretmiştir. Sevgide, nefrette orta yol. Sevgi kuşatıcı olmalı, herkese güven ve mutluluk duygusu vermelidir. Sağlam ve kalıcı ilişkiler bu kalitedeki bir sevginin meyvesi olabilir ancak.
Sonuç: Her insanda sevgi, merhamet, alçak gönüllülük, güler yüzlülük, doğru sözlülük, cömertlik, cesaret, zorluklara sabır, adalet, namus gibi duygular fıtri olarak vardır. Bu duyguları sevgi, adalet, eşitlik geliştirir, kıvamında tutar. Sevgisizlik, adaletsizlik, eşitsizlik ise ahlaksızlığa, saldırganlığa, ciddiyetsizliğe, hainliğe, yalancılığa ve zulme varıncaya dek, birçok rezalete kapı açar. Kuran, fıtrattaki iyi duyguları uyandırıp kişiyi faziletlerle donatmak ister. Kuran’a uyan kişinin duygu, düşünce, tutum ve davranışlarında faziletler yeşermeye başlar. Aksi durumda kişi, nefsinin heva ve hevesiyle baş başa kalır ki, neticesi hüsran ve dünya-ahret rezilliği olacaktır.
M.Talât Uzunyaylalı