Arapça mı dua edelim Türkçe mi?
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.” (İbrahim 4)
Bundan daha tabii ne olabilir? Ya da başka türlüsü nasıl mümkün olabilir? Türkçe konuşan bir millete bir peygamber gönderilse ve o peygamber faraza Arapça yahut İbranice konuşsa iletişimi nasıl sağlayacaktır? Kuran’da isimleri anılan ve öyküleri anlatılan peygamberler, mensubu oldukları milletin içinden çıkmış kimselerdir. Milleti hangi dili konuşmuşsa peygamberi de o dili konuşmuş, ilahi mesajı o dille ifade etmiştir.
Hz. Musa’ya indirilen Tevrat’ın ve Hz. Davud’a indirilen Zebur’un dilleri İbranice idi; Hz. İsa’ya indirilen İncil’in dili Aramice’dir, Hz. Muhammed’e indirilen son ilahi kitap Kuran’ın dili ise Arapça’dır. Rûm suresinin yirmi ikinci ayetinde “O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için dersler vardır” izahı renklerin, kavimlerin ve dillerin menşeinin de ilahi olduğunu göstermektedir.
Ele aldığımız ayette geçen “Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî…/ Biz her peygamberi kendi kavminin lisanı ile gönderdik…” ifadesi Mevlâ’mızla iletişimi her milletin kendi konuştuğu dille yapması gerektiğini ifade eder. Esas olan ilahi emir ve yasakları, hikmetleri muhataba açık ve etkili bir şekilde aktarmak ve izah etmektir. Bunun biricik yolu da muhatabın diliyle konuşmaktır. Namaz ibadetinde Kuran’dan belli miktar ayet okumak zorunluluğu vardır. Bu müstesna durumun haricinde yapılan duaların vb. ibadetlerin kişinin kendi konuştuğu dille olması gerekir ki kişi ne dediğinin ne istediğini farkında olabilsin.
Hz. Musa, gerek Firavun ve saray bürokrasisine karşı gerekse İbranice konuşan kendi kavmine karşı Tevrat ayetlerini açıklarken bazı sıkıntılar yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu durum Kuran’da onun dualarına konu edilmiştir: “Dilimden şu bağı (peltekliği) çöz.” (Tâ-Hâ 27); “(Bu durumda) içim daralır, dilim dönmez; onun için Harun’a da elçilik ver.” (Şu’arâ 13); “Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum.” (Kasas 34); Peygamberimize hitaben de, “Biz onu (Kur’an’ı), öğüt alalar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık” (Duhân 58) buyurulmuştur.
Din, tebliğ ve açıklanma olmadan muhatap tarafından tam olarak anlaşılmayacak ve bilinçli bir kulluk da yapılamayacaktır. Türkiye Müslümanlığı Kuran mesajına kendi diliyle tam anlamıyla muhatap olamamaktadır. Kuran’ın Türkçe mealini yahut Kuran’ın tefsirini okuyan insan sayısı çok azdır. Öte yandan “hatim okuma” geleneği ise oldukça fazladır. Özellikle Ramazan aylarında “hatim indirmek” geleneği bazı illerimizde yaygınlaşmıştır. (Mesela Erzurum’da bin bir hatim okuma geleneği gibi.)
Camilerimizde ezan çağrısının ardından okunan dua, Hoca Efendilerin, özellikle Cuma günleri, kandillerde ve bayram namazları sonrasında, cenaze defninde ve taziyelerde okudukları uzun kısa dualar, hep Arapça’dır. Bir de şöyle bir tuhaflık yapılmaktadır: Bazı hocalar, önce Arapça dua etmekte ardından aynı duanın Türkçe’sini okumaktadırlar. Arapça dua kimin içindir, Türkçe dua kimin için! Bunlar din değil, din adına oluşmuş kültür ve alışkanlıklardır. İnsaf etmeli: Kavimler gibi, onların dillerini de yaratan Rabbimiz (haşa), Arapça’dan başka dili anlamıyor mu?
Sonuç: Düşünmeli ki, dilleri yaratan Allah, dillerin geliştirilmesine karşı olabilir mi? Arpça, Kuran’ın indiği dildir. Kuran’ın anlaşılması ve içselleştirilmesi her dilin kendi kelime ve kavramlarıyla mümkün olacaktır. Arapça dua ezberlemek, dini bir zorunluluk olmamalıdır. Her millet camilerde, namaz dışındaki dua ve niyazını, kendi diliyle yaptığı takdirde, kişi kendi ne dediğini kendi kulağı duyacak ve söylediğini anlamayan bir insan konumuna düşmeyecektir. Gerçek ve bilinçli bir kulluk yapabilmek için her millet, dinini kendi diliyle öğrenmeye mecburdur. Bu bağlamda her milletin kendi ana dilini geliştirmesi, ana dilini en iyi şekilde kullanması, diline ifade zenginliği kazandırması, ana diliyle bilim ve edebiyat üretmesi de aslında bir ibadettir.
M.Talât Uzunyaylalı