Kalbimiz ne ise biz gerçekte oyuz!
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
“Kalpleri gaflet içindedir. Zalimler gizlice birbirleriyle görüştüler: Bu adam sizin gibi bir insan değil mi? Göz göre göre büyüye mi kapılacaksınız?” (Enbiya 3)
Kalp; iç ses, salim fıtrat demektir. Kalp dış tesirlerin etkisinde kalmadığı sürece kişiyi daima Allahü Teâlâ’ya ve iyi olan şeylere yönlendirir. Kalp, saf haldeyken, imanın sesidir; o, hisle, ilhamla, nefse bulaşık olmayan akılla, kutup yıldızı gibi, insana doğru istikameti gösterir. Kültür ve eğitim yoluyla kalbin salim fısıltı susturulur, artık kişi kalbinin uyarılarına kulak asmaz.
Bilginin yegâna kaynağı Allah’tır; eğer fizik, kimya, biyoloji, matematik vb. bilimler Allah’a bağlanmazsa, ancak bu bilgiler insanı doğru yola iletebilir denilirse, buna inanan insanların kalpleri hastalanmış olur. İdeoloji, felsefe, siyaset, sanat vb. faaliyetler de aynı şekilde bir kurtarıcı gibi görülür ve gösterilirse, bu ilgi alanları da, bilgisayarımızı ve cep telefonlarımızı etkileyen virüsler gibi, kalbe bulaşmış virüsüler şeklinde bir fonksiyon üstlenirler ve kalbin fıtratını bozar. Bozuk kalp artık gerçeği göremez ve ne söylenirse söylensin, hakkı kabule yanaşmaz. İnançsız insanların kalpleri daima şüphe ve huzursuzluk üretir. Kalpleri huzura, tatmine kavuşturacak olan bilimler ve felsefe değil, imanadır. İnanan insanın kalbi Kuran ayetlerini tefekkür ettikçe aydınlanır, katılık sirayet etmiş her nokta yumuşar, sevgi, merhamet, saygı, hak, hukuk yerli yerine oturur; kişi istikamet üzere yaşamaya başlar.
Egoizm, kibirlilik, alkol, seks, kumar gibi günahların kalbin etrafını bir duvar gibi ördüğü modern dünyada insanların Hakkın sesini işitmesi pek güç hale gelmiştir. Peygamber Efendimize vahyin gelmesi ve tebliğ görevine başlamasıyla birlikte Mekke’nin kibirlileri muhalefete koyuldular. Ele aldığımız Enbiya suresinin ilk ayetlerinde Efendimize şu sözlerle muhalefet ettiklerine görmekteyiz:
-Ayetlerle eğlenmek
-Peygamberimize sihirbaz demek
-Ayetlerin vahiy olmadığını, peygamberimizin rüyaları ve hayalleri olduğunu ileri sürmek
-Onları kendisi uyduruyor demek
-Şairlikle suçlamak
-Mucize talep etmek… vb.
Günümüzde vahye karşı çıkanlar da bilimsel bilgi gibi modern paradigmalarla bunu yapmaktadır. Oysa vahye muhalefet etmek yerine, durup Allah’ın ne emrettiğini ve yarattığı insanlardan ne istediğini anlamaya çalışmak, ayetlerin üzerlerinde düşünmek gerekir. Çünkü din, ilahi bilgi demektir ve Allah’ın kullarına bir öğüdüdür. Allah, insanların aleyhine bir şey emretmiyor ki ayetlerine muhalefet edilsin. Kuran’ın bütün emir ve yasakları insanın maddi ve manevi varlığını korumaya yöneliktir. Öğüde karşı çıkmak, kişinin kendi nefsine ve etki alanındaki kimselere karşı yaptığı bir zulümdür; çünkü kendisini mahrum ettiği gibi, çevresindeki insanların hidayetine de engel olmaktadır.
Sonuç: Kalpleri bir türlü tatmin olmayan insanlar, ölünce şüphe duydukları ahretle derhal temasa geçeceklerdir. Kalpleri anında imanla dolacak, zihinleri berraklaşacak, tereddütleri tamamen gitmiş olacak. Fakat bu uyanmanın onlara artık bir faydası olmayacaktır. Nitekim Enbiya on dörtte inkârcıların pişmanlıklarını şu sözlerle açığa vuracakları bildirilmiştir: “Derler ki, yazıklar olsun bize! Biz gerçekten zalim kimselerdik.” M.Talât Uzunyaylalı