Home

hz. musa

Hazreti Musa’dan öğrendiklerimiz!

وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ

“Rabbin Musa’ya, o zalimler kavmine git diye seslendi.” (Şu’arâ 10)

Gerek Şu’arâ suresinde gerekse diğer ayetlerde yer alan ilahî ifadelerden Hz. Musa (as) ile ilgili şu hususları öğrenmekteyiz ki işaret etmeye çalışacağımız hususların her birinde şahsi ve toplumsal hayatımız için çok değerli menfaatler söz konusudur.

Hz. Musa (as) Hak Teâlâ ile konuşmuş, kaygılarını dile getirmiş ve taleplerde bulunmuştur. (Şu’arâ 12, 13) Bizler de konuşabiliriz; dua zaten bir konuşmadır.

Hz. Musa, Firavun halkından bir şahsın ölümüne sebep olmuş ve şehirden uzaklaşmıştır. Peygamber olarak Firavun ve yönetimine gitme emri alınca kaçma nedenini ve bu bağlamdaki korkusunu da Rabbimize anlatma gereği duymuştur. (Şu’arâ 14) Öyle ise Rabbim zaten biliyor dememeli, duamızda, durumumuzu, hatalarımızı, günahlarımızı itiraf etmeliyiz.

Hz. Musa’yı, Rabbimizin bir takdiri olarak, çocukluğundan itibaren Firavun ve ailesi sarayda yetiştirmiştir. Peygamber olarak saraya dönünce, Firavun ona verdikleri emeği ve değeri hatırlatmış, işlediği cinayeti de öne sürerek, Hz. Musa’yı nankörlükle suçlamıştır. (Şu’arâ 18, 19) Bu ayetten de kaderi ilahinin varlığına kuvvetli bir delil görmekteyiz.

Hz. Musa, Firavuna, cinayet kastıyla adama yumruk atmadığını, fakat eylemi sonunda adamın öldüğünü hatırlatarak, kendisinin de öldürüleceği kaygısıyla korkup şehirden kaçarak Medyenliler’in arasında yaşadığını ifade etmiştir. (Şu’arâ 20,21, Tâ-Hâ 40) Dürüst bir şekilde düşmanımıza da gerçeği açıklayabilecek kadar doğru kimseler olmaya mecburuz!

Hz. Musa Rabbimizin yakınlığını elde etmiş ve Tur Dağı’nda, ‘kırk gece’, tabiri caizse, Rabbimizin misafiri olmuş, bu ikramın bir meyvesi olarak kendisine Tevrat ile hak ile batılı ayıran hükümler verilmiştir. (Bakara 51, 53, 54) Rabbimiz, kullarını misafir etmeyi sevmektedir ki Müslümanların beş vakit namazı, orucu, haccı vb. her bir salih ameli, bu misafirliğin pahası ölçülemez sonuçlarıdır.

Allah Teâlâ başta olmak üzere en çok soru sorulan peygamberlerin belki de en önde gelenlerinden biri Hz. Musa olmuştur. Bu durumu, Hz. Muhammed (sav), Bakara 136. ayette ifade buyurmuştur. İlim soru sormakla başlar. Peygamberlerin Rabbimize, ümmetlerin de peygamberlerine soru sorması ilimlere ve hikmetlere vücut vermiştir.

Hz. Musa; asasını, ejderha olmak, denizi yarmak ve çölde onunla dokunulan taşların arasından pınarların çıkarmak gibi ilahî mucizelerin bir aracı olarak elinde taşımıştır. (Bakara; ilgili ayetler) Rabbimiz dilediğinde nesneler çok farklı fonksiyonlar kazanabilir. Tabiat, tabiat kanunları dışında da tezahürler ortaya koyabilir.

Rabbimiz diğer peygamberlerinden olduğu gibi Hz. Musa’dan da söz almıştır. (Ahzâb 7) İman Rabbimize verdiğimiz bir sözdür; sözümüze uygun yaşamak erdemdir.

Hz. Musa’nın kavmi, ‘bize Allah’ı apaçık göster!’, ‘sen ve Rabbin gidin savaşın!’ ifadeleri başta olmak üzere çeşitli taleplerde bulunmuş ve Hz. Musa’yı pek sıkboğaz etmişlerdir. Aralarından peygamberler çıkarılan, halkı hükümdarlar seviyesine yükseltilen ve daha pek çok ilahi nimete  muhatap olman  İsrail kavmi peygamberleri katletmek, incitmek gibi fiillerin de ne yazık ki sahipleri olmuşlardır.  Hz. Musa (as) da kavminden çok çekmiştir denilebilir. (Mâide 20, 24, Nisâ 153, Saff 5)  Bu hadiseler, tebliğ ehlinin imtihanının ağırlığını da gösterir birer durumdur. 

Hz. Musa Allah’ın kendisiyle doğrudan konuştuğu bir peygamber olma derecesine yükseltilmiştir. (Nisâ 164) ve Hz. Musa çok sayıda mucizelerle Firavun ve kavmine gönderilmiştir. (A’râf 103) Namaz ibadeti ise Müminlerin miracıdır; bir bakıma Rab ile konuşmadır. Namaz eşsiz bir yakınlaşma halidir.

Hz. Musa, kavminin taşkınlıkları karşısında çaresizliğini, “Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden (Hz. Harun) başkasına hâkim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır,” diyerek dile getirmiştir. (Mâide 25) Kişinin nefsinden başlayıp etki alanındaki kişilere emr-i ilahiyi tatbiki ve telkini yani tebliği, şarttır, fakat hidayet Allah’tandır.

Tevrat’a, şahit oldukları onca mucizeye rağmen Hz. Musa’nın kavminin ekserisi dinde inkar ve tahrif yolunu tutmuştur: “Yahudiler Allah’ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü ‘Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi!’ dediler. De ki: Öyle ise Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Kitabı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp istediğinizi açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz…” (En’âm 91) Bir yerde tahrif başladı mı o kavmin helakının yakınlığından şüphe edilmemelidir.

İlahî kitaplar en büyük birer nimet olma şerefini elde etmiştir. Çünkü Hz. Musa’ya indirilen Tevrat gibi, diğer ilahî kitaplar, iyilik edenlere nimeti tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadına matuftur. (En’âm 154) Rabbimizin son kitab-ı ilahisi Kuran’la muhatap olanlar, amel edenler, nimete ermiş, diğerleri ermemiştir denilebilir.

Ancak Tevrat nimetine nail olmalarına rağmen Hz. Musa’nın kavmi kitap ile amel etmemiş, tapmak için put yapmıştır: “İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi.” (A’râf 138)

Hz. Musa Tur dağındayken Rabbimizle konuşmuş ve sonunda şu talepte bulunmuştur: “Musa tayin ettiğimiz vakitte Tûr’a gelip de Rabbi onunla konuşunca ‘Rabbim! Bana kendini göster; seni göreyim!’ dedi. Rabbi: ‘Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!’ buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben, inananların ilkiyim.” (A’râf 143) Bu ayet Allah görülebilir mi? sorusuna verilmiş net bir cevaptır.

Hz. Musa, Tur’dan Tevrat’la dönünce, sanatkâr bir adam olan Samiri’nin topladığı ziynet eşyalarından eriterek yaptığı buzağı heykeline tanrı diye taptıklarını görünce, üzülmüş ve çok kızmıştır. Hz. Musa, öfkeyle Tevrat levhalarını yere atarak, sorumlu tuttuğu kardeşi Hz. Harun’un başını tutup kendine doğru çekmiş ve onu darp etmiştir. Harun ise, ‘Anam oğlu! Bu kavim beni zayıf gördü ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma! diyerek çaresiz bırakıldığını anlatmıştır. (A’râf 150)  Bu hadiseden de öğreniyoruz ki küfre rıza, küfre karşı hoş görü kabul edilemez!

Hz. Musa, Firavun ve kavminin zenginliğini dile getirerek, onların sahip oldukları mal, para ve çeşitli ziynetlerin aynı zamanda onların hidayeti kabul etmeleri ve doğru yolda yürümelerinin önündeki bir engel olduğunu analiz etmiş ve bu nimetlerin onların elinden, hidayetlerine sebep olması dileğiyle, şu ifadeyle istemiştir: “Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver ki, iman etsinler.” (Yunus 88) Zenginlik zahiren bir nimet bolluğuyken parayı kontrol edemeyenleri para kontrol etmekte ve maddi ve manevi varlıklarını hırpalamaktadır.

Hz. Musa (as)’ın da çok soru soran ve olayları daima sorgulayan bir mizacı olduğu görülmektedir. Kuran’da anlatılan, Hızır olduğu rivayet edilen şahsı bulmak için Hz. Musa’nın çıktığı yolculuk, şahsı bulduktan sonra onunla yaptığı seyahatte yaşadıkları ve yaptığı sorgulamalar dikkat çekicidir. (bkz. İlgili Kehf suresi ayetleri) Manevi âlem vardır, görünenin dışında da âlemler söz konusudur. İnsanın manevî varlığı bu âlemlere aittir denilebilir.

Hz. Musa, tebliğ görevi alınca Rabbinden ‘yüreğine genişlik vermesini’ dilemiş ve isteği kendisine verilmiştir. (Tâ-Hâ 25, 36) Her durumda Rabbimize sığınmak bizim için de bir yol ve bir farziyettir.

Hz. Musa’nın sandığa konulup Nil’e bırakılması ve bu yolla Firavun sarayına ulaştırılması ve bebek Musa’nın Firavun ve ailesine sevimli gözükmesi, saraya yerleşmesi ve yetiştirilmesi, annesinin sütanne olarak saraya alınması Rabbimizin bir takdiri olarak gerçekleşmiştir. (Tâ-Hâ 39, 40) Yine bu ilahi proje, kaderin geniş muhitini izah sadedinde yol göstericidir.

Hz. Musa, her peygamber gibi, insan olmanın psikolojik özelliklerini de yansıtmıştır. Örneğin Tâ-Hâ 67’de şöyle denilmektedir: “Musa, birden içinde bir korku duydu!” Ben korkmam! Sözü hiç doğru değildir; insan korkar!

Hz. Musa, buzağı heykelini yapan sanatkâr Samiri’yi öldürtmemiş, ‘defol!’ sözüyle azarlamış ve lanetli biri olarak toplumdan kovmuştur. Yaptığı ve taptığı böğüren buzağı heykelini ise ateşte eriterek eriyiği denize boşaltmıştır. (Tâ-Hâ 97) İyiliği emretmek kötülüğü engellemek nefse ve dışa karşı farzdır.

Hz. Musa ve Hz. Harun, sadece Firavun hükümetiyle değil, Firavun hükümetinde etki alanlarına sahip olan Haman ve Karun gibi ekonomik ve politik yapılarla da mücadele etmişlerdir: “Andolsun ki biz Musa’yı mucizelerimiz ve apaçık hüccetle Firavun, (yüksek binalar yapan bir mimar olan) Haman ve (ultra zengin) Karun’a gönderdik…” (Mü’minin 23, 24) Küfrün geniş muhitine karşı geniş perspektifli mücadeleler gerekir.

Her peygamber gibi Hz. Musa da değerler dizisi değişikliği peşinde olduğundan, hâkim kültür ve bu kültürden siyaseten ve iktisaden faydalananlar, paniklemiş ve karşı çıkmışlardır. Firavun bu durumu şöyle izah etmiştir: “Firavun: Bırakın beni, dedi. Musa’yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” (Mü’min 26) Çatışmasız tebliği mümkün değildir. Hakkın tebliği konusunda kimseyi kırmamayım, üzmeyeyim, denilemez.

Rabbimiz, her şeyi görüp bilmektedir, fakat şurası da bir hakikattir ki peygamberler içinde yaşadıkları toplumun sosyolojisini ve psikolojisini Rabbimize arz etmekten imtina etmemişlerdir: “Bunun üzerine Musa: Bunlar suç işleyen bir toplumdur, diye Rabbine arz etti.” (Duhân 22) Dini tebliği ve mücadelenin her aşamasında durum Rabbimize arz edilmelidir.

Sonuç: Her peygamber gibi Hz. Musa’ da kavmine şöyle dedi:  “Musa kavmine dedi ki: Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Sonuç Allah’tan korkup günahtan sakınanlarındır.” (A’râf 128) Yine Hz. Musa şöyle dua etmiştir: “Musa, tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği günah yüzünden hepimizi helak edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!”  (A’râf 155)

M.Talât Uzunyaylalı

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s