Kalbin Beytullah kalıbın Mekke mi?
اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ
“Ben, hürmete layık gördüğü bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine ibadet etmekle emrolundum. Her şey Ona aittir ve ben Müslümanlardan olmakla emrolundum. Artık kim doğru yolu bulursa o kendi lehine bulmuş olur; kim de sapıtırsa, de ki: Ben, uyarıcılardanım!” (Neml 91-92)
Hak Din İslam’dır; Kuran’ın emir ve yasakları ile Hz. Muhammed (sav)’in sünnetleri Hak Dinin kaynağıdır. Resulullah’ın nezdinde bizlere de Müslüman olmamız ve yegâne doğru yol olan Hak Dini yaşamamız emrolundu.
Fakat bu ilahi emri pek tuttuğumuz söylenemez!
Şöyle ki: Bedenlerimiz Mekke kalbimiz Beytullahtır! İnandığımız Hak Dinin içimizde dışımızda bir bütünlük içinde gözükmesi gerekir. Namaz kılmasam, oruç tutmasam olur; bu zamanda vergi var, zekâta gerek yok; faiz zorunlu bir işlemdir, faizsiz ekonomi düşünülemez; arada sırada kumar oynamak ve zina etmekle bir şey olmaz; hem sonra ben Cuma’mı da kılarım, rakımı da içerim! Kalpte ve kalıpta Hak Din, bu şekilde muğlak bir yapıya dönüşünce, kişinin dinî hayatı da gittikçe güneş görmüş kar gibi eriyip buharlaştı.
Devrimler, dışarılarda yeyip içme gezip tozma, moda takip etme, kitle iletişim ortamının parçasına dönüşme, çeşitli görsel ve işitsel alışkanlıklar edinme… velhasıl baskın kültür, dini hayatı iyice baskıladı. Bu, yoz kültürün parçası haline gelen Müslümanlar, kendi değerlerine ecnebileştiler. Ecnebileşmeye muhatap olan her Müslümanın dini hayatı zayıfladı ve zedelendi.
Ayette, Resulullah (sav), ‘ibadet etmekle emrolundum!’ diye buyuruyor. Yani, şu bu nedenle emredilenden taviz vermek yoktur! Hak Dinin Müslümanı olmak demek, Kuran’a ve Sünnete 24 saat boyunca uymak ve bağlı kalmak demektir. Hak Dinin öğretmeni bu dini bize böyle öğretti ve öğrettiği gibi de yaşadı. Onun şanlı ashabı da aynı titizlikle davrandılar. Çağımızda ecnebilik her Müslümana yıkıcı bir virüs misali bulaştı, virüslü yoz din anlayışı etki alanını genişletmeye devam etmektedir.
Dini hayat illa bir mekânda yaşanmaya mecburdur. Bir beldede, bir şehirde, bir evde, Hak Din yaşanıyorsa orası hürmete layıktır; yaşanmıyorsa hürmete layık değildir. Müslümanlar, yaşadıkları yeri Hak Dinin yaşandığı hürmete layık bir Mekke kılmazlarsa, Müslümanların şehirleri, evleri, içlerindeki öznelerle birlikte, nefs-i emmarenin pagan şehirlerine ve evlerine dönmeye devam edecek demektir. Süslü devasa camilerin varlığı kimseyi aldatmamalı, çünkü içleri boştur! Ya evler, içinde namaz kılınan kaç ev var, kaç ev hane halkına mescittir! Hakikat şu ki, İslam dünyasında Mekke ruhlu ne kadar şehir ve ev varsa ecnebilik hepsine bir kurt gibi sirayet etmiş, maddesini ve manasını kemirmeye devam etmektedir.
Sonuç: Müslüman bir şahsın kalbi Beytullah, bedeni Mekke gibi olmalıdır. Hak Din, ancak bu bütünlüğü sağlamış ruhlar tarafından hakkıyla yaşanabilir. Bugün yüzlerimizi Mekke’ye-Beytullah’a dönsek de hakikat şu ki, kalplerimiz başka şeylerle meşguldür. Ecnebiliğin kara bulutları kalbimizi ve kalıbımızı sarmış ve içteki Beytullah’ı örtmüştür. Amelin kaynağı olan kalp kıblesiz kalınca amelin gözüktüğü kalıp da kıblesiz bir hayata hayat diye tutunmuş durumdadır. Şu zamanda kalpler ıslahı sevmiyor, nefis ne emrederse beden de o ameli yapıyor! Kalpler Beytullah, kalıplar Mekke değilse, Müslümanların bedenlerinde ıslah değil ifsat çoğalıyor demektir. En dramatik olan ise kitlenin bunu artık bir tehlike olarak görmüyor olması!
M.Talât Uzunyaylalı