
Ezanı işitiyor musun?
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
“Allah’ın sana verdiğinden (yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas 77)
Hayatımız bize verilen en büyük armağandır. Hayatımızı eğitime, çalışmaya aracı yaparak, dünyaya ait bazı nimetler elde ederiz. Bu imkânlar, vücut varlığımız gibi, Allah’ın bize birer ikramıdır. Peki, amaç nedir? Tabiri caizse, ‘okuduk adam olduk, çalıştık zengin olduk! E, sonra?’
Eğer mesaimizi, ömür sermayemizi sadece dünya için kullanırsak, varoluş amacımıza aykırı hareket etmiş oluruz. Bu olmasın diye ayette bize hayatımızın gayesi öğretiliyor: ‘Allah’ın sana verdikleriyle ahret yurdunu iste!’
Burada aklıma bir öykü geldi: Şeyhin müridi güzel bir ev yaptırmış ve şeyhini yeni evine davet etmiş. Şeyh eve gelmiş, odaları, solonu gezmiş. Salonun geniş penceresi önünde durmuş. Müridi de yanı başındaymış. Ona sormuş: ‘Evlat! Bu pencere ne içindir?’
Pencere ağaçlık, çayırlık bir manzaraya bakıyormuş, daha ileride ise mor çiçekli dağlar gözüküyormuş. Yan tarafta da gümüşî rengi göze çarpan ve fısıltıları kulağa kadar gelen bir dere akıyormuş. Mürid’in evinde hoşuna giden işte manzaraya hâkim bu pencereymiş. ‘Şeyhim demiş, manzara güzel değil mi?’ Şeyh, ‘Güzel, güzel de, demiş, pencere ezan sesini duymak için olmalıdır!’
Bu kısa öyküde olduğu gibi; gençliğimiz, maddi ve manevi gücümüz kuvvetimiz, ezanı işitmeyen nefis penceresinden ibaret bir manzara arz ederse, yaratılış gayemize aykırı bir hayat sürmüş oluruz; ezanı duymuyorsak, penceremizden gördüklerimizin neticesi bizim için iyi olmayacaktır. Manzaraya, yani ‘ahretsiz dünya’ hayatına takılıp kalmaya gaflet denir. Gençken, imkânlarımız bolken, Rabbimize doğru, yani ezana doğru, daha hızlı koşmalıyız. Biliyorsunuz, Kuran’da, ‘Allah’a doğru koşun!’ emri var.
Ayetin bir talimatı da ‘dünyadan nasibini unutma!’ Rabbimiz ne nasip ederse onun hakkını vermek gerekir. Mide vermiş ki yiyip içelim. Fakat peşine ölçü koymuş: ‘Yiyin, için israf etmeyin!’ Her bir organımızın üzerimizde hakkı var ve her birinin tatmin varlıkları ve nesneleri yaratılmış. Helal dairesinde kalıp her birine hakkını vermek gerekir. Mesela ayaklarımız! Bizi bir ömür taşıyan bu iki muhteşem bacak, sadece evle iş yeri arasında kullanılmak üzere bize verilmedi. Kuran’da, sıla-ı rahim emri de var, Hacca gidin emri de var, ‘yeryüzünü gezin!’ emri de var. Yani her organımız bir pencere ise, her penceremizin de işitmesi gereken bir ezanı olduğunu iyice düşünüp kavramalıyız. Gözün ezanı harama bakmamak helale bakmak; kulağın ezanı haram ve küfür sözü dinlememek, hayra kulak kesilmek; midenin ezanı helal olarak zikredilen gıdaları yeter miktarda yemek vb.
‘Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et!’ Ayetin bir bölümü de bu muhteşem talimatı önümüze koyuyor. Bu emirlerin her birini gönül odamıza levha yapıp asmalıyız. Ve sık sık bu levhalara bakıp motive olmalıyız.
Sonuç: Ayetin son bölümünde de Müslümanın evrensel bir diğer levhası asılmış oluyor. ‘ Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.’ Her organımızı ezanda tutarsak, bozguncu da olmayız, bozgunculuğu da sevmeyiz, inşallah.
M. Talât Uzunyaylalı
Talat bey kardeşim teşekkürler. Emr-i bi’l-maruf noktasında çok haklı bir ikaz yapmışsınız. İrfan ve izan sahibi olanlar… Hesap ve mizan hassasiyeti olanlar için yerinde bir hatırlatma…. Selamlar…
BeğenBeğen
Allah razı olsun Hasan Hocam…
BeğenBeğen
Üstadım okuduğun için çok teşekkür ederim. kalbi muhbetlerimi sunuyorum.
BeğenBeğen