Para ve çocuklar!
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
“Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: Biz, size gönderilmiş olan şeyi inkâr ediyoruz, demişlerdir.” (Sebe 34)
“35. Ve dediler ki: Biz malca ve evlâtça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz.
36. De ki: Rabbim, dilediğine bol rızık verir ve dilediğinden kısar; fakat insanların çoğu bilmez.
37. Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne malınız ne de evlâtlarınızdır. İman edip iyi amelde bulunanlar müstesna: onlara yaptıklarına katlarıyla mükâfat vardır. Onlar cennet odalarında güven içindedir.
38. Ayetlerimizi boşa çıkarmaya çalışanlara gelince, onlar da azapla yüz yüze bırakılacak.
39. De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve dilediğinden de kısar. Siz, hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe)
Ayette geçen ‘mutraf’ sözcüğüne Türkçe karşılık olarak ‘varlıklı, şımarık kimse,’ anlamı verilmiştir. Yine Kuran’dan öğreniyoruz ki sadece son Peygamber Hz. Muhammed (sav)’e değil, tarihi süreçler boyunca gönderilen her peygambere, ülkenin zengin ve şımarık kesimi karşı çıkmıştır. Peygamberlerin etrafındaki, kendilerinden mal ve evlatça daha düşük seviyedeki insan yapılarını, kendi durumlarıyla karşılaştıran mutraflar, ‘mutraf psikolojisi’ diyebileceğimiz bir anlayışla, şu şekilde bir tez temellendirmişlerdir:
‘Bizler bu ülkenin zenginleriyiz: parayı, ekonomik hayatı biz yönetiyoruz. Hayat standardımız yüksek. Çoluk çocuğumuz çok; onlar da refah ve saadet içindedir. Bir de şu Peygambere inanlara bakın! Tanrı onları mı seviyor, bizi mi? Bizi sevmese, bu zenginliği, bu dünya devletini bize değil onlara verirdi! Bugünkü durumumuz gösteriyor ki, peygamberin iddia ettiği gibi, varsa öyle bir yer, ahirette de biz yine önde ve seçkin kimseler olacağız.’
Yukarıya aldığımız Sebe suresinin ilgili ayetleri mutraf’ların bu tezinin doğru olmadığını gösteriyor. Allah, serveti insanlar arasında dolaştırmaktadır. Her şey gibi zenginlik de sadece bir sınanma aracıdır. Allah’ın önem verdiği zenginlik değil, zenginlikle ne yapıldığıdır; yani, sınanmanın karşılığıdır.
Zengin, Allaha inanır, malını Allah yolunda ihtiyaçlılarla paylaşır, bu durumda o, Allah’a yakıdır. Allah ona mal ve itibar vermiş, o da malını ve itibarını, Kuran’da emredildiği şekilde, kullanmıştır. Allah’ın değer verdiği bu bilinçle yapılan ameldir: yoksa yüksek banka hesabı, para yiyip nefislerini eğlendiren çocuklar ve eş değil.
Kuran öğretiyor: Allah, insanların suratlarına ve servetlerine bakmaz, ama onların kalplerine ve amellerine bakar. İnsanı Allah’a yaklaştıran zenginlik ve çevre değil, hayırlı işte kullanılan para, hayırlı işlerin peşinden giden evlat, işte gerçek kazanç bunlardır. Salih amel varsa, mutlu olmalı yoksa perişanlığın kişileri beklediği bilenmelidir.
Allah yolunda harcanan para asla eksilmez, aksine Allah harcananın yerine yeni kazançlar nasip eder. Hayır sahibi zenginler bu sırrı çok iyi bilmektedir. Zengin ‘toplumcu servetiyle’ cemiyetle manevî bağ kurar ki, bunun bilincinde olan zengin, Allah’ın kendisine nasip ettiği hayır köprüsü olmaktan mutlu olur ve tabiri caizse başını şükür secdesinden kaldırmaz.
Sonuç: Eğer servetler hep aynı kişilerin elinde kalsaydı günümüze kadar hep o soylar devam ederdi: ama öyle olmamıştır. Allah, malla, çevreyle şımarmış insanları, tarih boyunca rezil rüsva etmiştir. Peygambere karşı yürüttüğü muhalefeti ve servetiyle dillere düşmüş Karun’u ve bankalarını yerin dibine batırmıştır. Kuran’da bu tür ibretlik öykü pek çoktur. Rızkı yaratan ve sepeler eliyle insanlar arasında dolaştıran ve bu sırada yaptıkları amellerle kişileri yargılayacak olan, Allah’tır. (M.Talât Uzunyaylalı)